Cemre
21 Ocak, 2013
GençLiğimi çöpe attım sayende..!!
17 Ekim, 2011
02 Mayıs, 2011
canımı yaktı sevdası
Hiç benim olmadı, benimmiş gibi sevdim
Biraz umursamazdı, biraz serseri
Söylemezdi isteklerini.
Kahrolsa aşkından, uykuları kaçsa geceleri,
Ben bilmezdim.
Utanırdı bazen hatalarından, utancından gelmezdi.
Sıcak yaz günlerinde, bir bardak su gibiydi,
Hiç ikincisini içemedim.
Ne yetti varlığı, ne çekip gidebildim.
Umutlarım gibi temizdi düşleri,
Elbet istekleri, elbette o da hayal kurardı,
Sadece, hiçbirini yapamadı.
Biraz vurdumduymazdı, biraz maymun iştahlı,
Ne yardan, ne serden vazgeçti.
Adı gibi büyük bir denizdi,
Çok yüksek bir tepeden bıraktım kendimi sularına,
Bir batıp, bir çıktım maviliğinde
Bazen sakin bir limanda, bazen fırtınada
Üstümden geçen dalgalar gibiydi.
Bir adam sevdim,
Bir yaz günüydü, sessizce sarıldım sohbetine,
Kendinden emin, güvenliydi.
Kalbini gördüm birgün, şaşırdım.
O, bu adam değildi.
Birçoklarına kırgındı, duvarlar koymuştu önüne
Kimse yürüyüp geçmesin, görmesin onu diye.
Bir adam sevdim, kızınca çıkıp giderdi birden,
Arkasından ağlardım, o hiç bilmezdi.
Birkaç duble rakısı vardı,
Hayır o da Allahtan vardı
Yoksa hiç öğrenemezdim beni sevdiğini,
Ayıkken olmazdı yüreğini açacak cesareti.
Anlayacağınız dostlar,
Ben hiç benim olmayan bir adam sevdim,
Sanki benimmiş gibi!
Bir tek ses arıyorum
Bu oyunun yenileni, yeneni olmuyor ama sen yine de galip duruyorsun. Garip bir savaş aşk dediğin, kimsenin dile getirmediği. Acılarım o kadar taze ki, hala kanıyorum.
Sözünden, özünden, yolundan döndün. Yürüdüğümüz bunca mesafe boşa gitti. Kalemimden bile gözyaşı damlıyor çünkü bütün edilen yeminler sende bitti.
Önceleri basit bir flörttü aslına bakarsan. Kimsenin üstüne hayaller kurmadığı, beklentisiz hoş beş saatleriydi. Eğleniyorduk yan yanayken. Sonra nasıl olduysa gönül aşka kaydı, kimse dur diyemedi.
Aklın sözü kalbi durduramıyormuş. Zaten aşkta mantık ne arar? Sevme dedikçe inadına severmiş yürek, o saatten sonra laf bir kulaktan girer, öbüründen çıkar.
Yine de güzel şey aşık olmak. Dünyada yer çekiminin olmaması gibi, sonsuz bir özgürlüğe kapılıp gidiyor insan. Hiç bitmez gibi geliyor, bilmiyor o anda, bitecek oysaki!
Aşıkken görüyorsun, gülün rengi kırmızıymış, gökyüzü deli mavi. Dalgaların coşkusunu seyrederek sen de coşuyorsun, sonradan deniz de griye dönecek hâlbuki!
Şimdi ağır bir yürek sancısı var içimde. Uykularım bile garipleşti. Koltukların üstünde sızıp kalıyorum ezan vakitleri.
Dualarım hep kabul görürdü benim. İlk defa böyle sessiz kalıyor gökyüzü. Demek dileklerin sadece seni ilgilendirince oluyor, başkasının hayatına yetmiyor.
Kaç sigara içtim, kaç şiir yazdım sen gideli, saymadım. Odam da ruhum gibi havasız. Camı açmak bile içimden gelmiyor. Sanki penceresi açılırsa evin, senin hayalinde uçup gidecek. Saçma biliyorum ama bana öyle geliyor.
Kalbim sıkışıyor bazen. İnsan yaşarken ölümü ancak o zaman hissediyor. İşte o anda düşünüyorum, asıl sensizlik bu dünyadan gidince başlıyor. Ne olsa bu şehirde izlerimiz var. Anılar, yaşananları taze tutuyor.
Rüyalarımda bir tünelin içindeyim. Karanlıktan sana doğru koşuyorum. Bir tek ses arıyorum. Seni anlatacak, seni anlamlandıracak bir tek ses! Bulamıyorum
07 Ocak, 2010
Zamansız Bir Veda!
Zamansız Bir Veda!
Ne çabuk gelişti her şey, farkına varamadan oldu ve bitti. Zamansız bir vedadı, eksildim. Şimdi ne varsa aşka, vefaya, özleme dair, hepsi içimdeki yerini değiştirdi.
Zamansız Bir Veda!
Gidişlere alışık bir yürek için, ayrılık zor değildir. Bunu da atlatırım ancak zamanı değildi. Sen gittin, yanında bıraktığını zannettiğin beni de sürükledin.
Yalnızlık ne ağır bir yürek sancısı, ne parçalayan bir vurgundur bilemezsin. İçini kemiren kaygıların, mantığının önüne geçer. Şiddetli bir fırtınadan geriye ne kalırsa, ayrılığın ardından o kadar virane kalır insanın ruhu. Kaldı ki, ben bitişlere alışığım ama bu zamansız oldu.
Ayrılık, geliyorum der aslında, hissedersin. Kabul edemezsin, o ayrı ama için için finale doğru gittiğini bilirsin. O yüzden çok da şaşırmazsın o an geldiğinde, kahredersin sadece, çok üzülürsün. Ben şaşırdım! Hazırlıksız yakalandım.
Gittiğin yerde daha mutlu musun diye düşünmeyeceğim. Öyle olacağına inanmasan gitmezdin. Vardır mutlaka bir bildiğin, yoksa bilmeden mi gittin? Bir maceradan öteye geçmeyecek ama ruhunu besleyecek bir yolculuksa çıktığın, gönlün rahat git, ben o duyguyu bilirim. İnsanın arayışlar içinde kendi çemberinde dört döndüğü uzun zamanlardan sonra, zincirlerinden kopma ihtiyacıdır bu hareketin, anlarım.
Sadece zamansız oldu. Biraz hissetmiş olsaydım, gözünde, sözünde bir şey yakalasaydım, beklerdim. Hatta ben toplardım bavulunu ellerimle, güzel dualarla yollardım. Son gecenin, son olacağını bilseydim, hiç uyumadan yüzünü seyrederdim sabaha kadar. Kokunu içime doldururdum. Sımsıkı sarılırdım, güneş doğana kadar bedenimi ayırmazdım ama bilemedim.
Vakti değildi sevgili, bu gidişin hiç sırası değildi. Gerçi bazen gitmek de öyle güzeldir ki! Terk ettiğin benim diye bencillik edemem. Yeni bir sayfaya başlamak, bir serüvene doğru gitmek nasıl bir heyecandır bilirim. Ben de birilerinden böyle gitmiştim…
Her ne kadar zamansız da olsa bu bitiş, senin adına dua edeceğim. Dilerim gökkuşağının altından geçmek için çıkmıyorsundur yola. Göreceğin, duracağın her noktada seni bir olay bekleyecektir. Yaşayacakların, geçmişindeki bağlardan koparmasın. Sırtında bir yük gibi taşıma ama hep cebinde tut derslerini. Deneyeceğin acılar ve kahkahalar zenginliğin olacaktır, doğru değerlendirir.
Zamansız bir veda, demek gidiyorsun sevgili! Beni düşünme, maceranın tadını çıkar. Dileğince yürü, gidebildiğin kadar uzun git. Bir gün arayıp haber ver mutlaka çünkü ben merak edeceğim, bu yolculukta ne kadar büyüdüğünü senin….
SİZ
///
Siz ki kendinize yer aradınız bende
Oysa hiç bilmediniz aslında ne kadar benim olduğunuzu
Gitmiştiniz
Hem de adam akıllı…
Geride bıraktıklarınız mühim değildi
Geride kalanlar ünlemsizdi
Sahi bayım kaç aşk sonra vurgun yemişti elleriniz?
Ben ki size çatlak bir göz bebeği sunuyorum
Sızar mısınız telaşsızlığıma?
Tutar mısınız titrek şarkılardan ruhuma?
Siz ki bayım demir teller örmüştünüz aynalarınıza
Bir baksanız ne çok şey göreceksiniz,
Sizden arta kalan, bende çoğalan bir düş / görecektiniz
Gittiniz
Hem de bütün uçurtmalarımın ipini kopartarak
Gittiniz bayım
Nefesim tükendi
Siz rüyalarımdaydınız
Bir avuç küllü leblebinin hayrına kalmıştı ömrüm
Benim değildiniz
Ki hiç tutmamıştınız parmaklarımdan
Utanıyorum sizden
Sizim demeye
Benim olun demeye çekiniyordu dilim
Bayım size aşığım!
Gelmeseniz de ünleminiz hep benim için konulacak kuytularınıza(!)
…
Bir annenin masalına yakışacak kadar saftınız
Ve en çok sizi dua’larımda sağ çıkardım
Bayım…
Burada aklım kumkuma kuşu
Sizdeyken uykusuzluk hali
Siz bayım…
Evet siz…
Benimsiniz(!)
Sonsuzluk sizin göz çeperinizde
Ve ben de
Size ait koca bir cennet
Açmaz mısınız?
Adımın ilk düğümlenen hecesini
Alır mısınız avuçlarınıza?
Ve bayım siz, sanırım hiç ben kadar sevemeyeceksiniz///
Evet, bayım size ciddi bir aşk sunumu yapıyorum
Belli ki zor olacak size sizi anlatmak
Beklide hiç anlatamamak…
Siz ki bayım kendiniz çok gördünüz bana
Ben ki sizi canımın diğer tarafı yapmaya hazırdım
Gittiniz bayım!
Bir kez olsun yaslansaydınız ellerime
Gitmek sıfatını yitirecekti
Bir tutuna bilseydiniz saçlarıma
Düşmezdiniz en uzağımaİlk’leri sizde tatmıştım
Tadıyordum…-ki kilometreler vardı aramızda…
Bayım gitmek için hala savaşta mısınız?
Kamburu kalkmadı mı hala günlerinizin?
Gelmediniz bayım!
Tozlu raflardan kitapları
Sisli kentimden adınızı silemediniz
Gelmediniz bayım!
Gelemeyenimdiniz!
Ve benim kadar sevemediniz hiçbir şeyi?
Sahi bayım iki yakası bir araya gelmiş miydi ellerinizin?
İliklenmiş miydi sevinçlerinizin düğmeleri?
İki ayrı kol düğmesiİki ayrı yaşam…
İşte bayım!Her şey bu kadar basitti
Ve adına aşk diyebilecek kadar ahmaktım
Ama gittiniz bayım!Bütün sahiciliğimi alarak gittiniz
Hakkınız vardı bu-ki aşk sizdiniz!
Size bir gerçeği sır gibi saklayarak söylüyorum
Bayım…Sizi seviyorum!
Biliyorum bayım bu öykü yazıldıkça silinecek
Bilindikçe anlamsızlaşacak
Ve hiç kimse kendini aramayacak bu kırık aşk öyküsünde
Size bayım,Her susuşum size
Ceplerimdeki tüm yokluğu boşaltmıştım sizdeyken
Sizdeyken uçurumların bile miladı dolmuştu
Şimdi bayım!Ellerinizi çekin yüzümden,Güneş alsın kâfi gözlerimi
Bir yalnızlık sissiz esmerleşecekse
Bırakın kararsın bütün fotoğraflar
Nasılsa iziniz sinmeyecek parmak izlerime…
Ve sanırım bayım, siz hiç âşık olmadınız?
Ve ben bayım evet ben
Sizi her halinizle SEVİYORUM!
YASEMIN YILDIRIM
Zamansız başlangıçlar,,,
Erken sevişlerde yitirdim yüreğimin seven yanını oysa kurtarılası tek yanıydı faili meçhul yangınlardan. Taraflığım ondandır bir yanıma küsmüşüm ve bir yarım diğerine
Suçu sabit görülene kadardır aşk bir o kadar kısa.
Suçlu
Adını kazıdığım tüm bankları söküp atabilirim yerlerinden ve bir kibrite bakıyor adını zikrettiğim ağaçların külleri. Bir ormanda yakılabilir, silinebilir izleri
Resimleri yırtıp yok sayabilir miyim seni?
Başımı ölesiye vursam duvarlara (düş)er misin fikrimden?
Çekip alabilir miyim seni beynimden?
Parçalayıp göğsümün çeperini,
Saplasam yüreğime hançeri,
Sızıp akar mısın içimden
Sabit görüldü,,,
Zamansızdı aşk,,,
Zamansız kalkışlar ve başlangıcı olmayan sonlarda kâbuslara saplanıyor rüyalar.
Uykularımda çakıyor kahve gözlerin gözlerimde,
Silip atabilir miyim seni düşlerimden?
Düşer misin benden?
Zamansız,,,
Gece yarılarında kan ter içinde hıçkırıklarıma uyanışlar.
Bekleyişler,,,
Şehir uykuya dalar, gözlerim yaşlara
Son gelişinde resmini de götürmüşsün gidişinle, bir kokun kalmış duvarlarını yalnızlığa boyadığım odamda bir de sen kalmışsın bende
Suçlu,,,
Bu beden yakılmalı, külleri savrulmalı
Külümden yeniden doğar mısın sen???
Sabit görüldü,,,
Suçludur aşk
Kimse kahraman yapmasın seni masalına Kimse seni ben kadar yazamayacak yar.
Karanlığımdayım Kimse ışık sunmasın.
Az daha gelmeyin, ölmeyi becereceğim bu kez.
Uzundur yaşamak denilen türkü. Ve bir ses ile düşer bazen notalarından. Söyleyeni susar, söyleteni gider, sözler biter
Bir son için eline kalemi dolamak Hadi yeniden / yenilmeden dercesine son diyebilmek
Hadi son
Sonsuza dek yazılabilecek masala son düşürmek istemezdim elbet. Isırganlar düştü ellerime / yüreğime Sonuma susadım. Titrek ellerimle yazdığım şiirleri yırttım bugün. Dün ateşe verdim birikmiş yazıları. Genzimden hala harf kokuları ve ellerimde yıllanmış kelimelerin cinayet bulguları
Kirpiğimde asılı kalıyor masal. Gözyaşlarıma takılıyor. Hadi dinin gözyaşlarım. Hatırlamıyor musunuz sizi kaç kez uslandırdım?
Benim masalımda ikinci tekil şahısla başlıyordu tüm çekimler. Varlığıma hiçbir satır aralığında rastlanılmıyordu. Kayıptım Kayıbım
Üstüme atılabilirdi tüm Mecnunluk masalları. Bitmeyen aşkların çekilmeyen çileleri yıkılabilirdi şahsıma. Ki kayıptım.
Bir masal yazdım. Müebbet hükmü giydirildi parmaklarıma. Şimdi üstüme bırakılan suçlar olsa ne yazar? Kayıbım Bulunsam, önce kendi masalımdan hesap sorulacağım. Sonum müebbede bakar. Üstüme atılan düşler ancak müebbedimi idam yapar
Ölmeyi bile beceremeyecek kadar beceriksizken ben, hangi düşün yıkılışının becerilerindesin sen yar?
Bir yanım dürtüyor dilimi. Anlat! diyor. Masalsılığını düşünün, Anlat!.. Bu kez susma. Madem bu bir sonsa ardında virgül bırakma, soru işareti kalmasın gözünü yumduğun yerde. Haykır! Ve bu sona kattığın tüm işaretleri noktalaştır.
Hayır diyorum. Susuyorum
Üşüdüğümde yalnızlığım örtülüyor üstüme. Bu titremeler bitmez yar. Ve zoraki de olsa yumulmalı gözlerim gecesini oynayan semaya. Ki artık uykusuzluğumu uykuya daldıracağım masalım yok.
Bir bahar göster bana Yar, dünsüz olsun. Unutulması gerekenler unutulsun. Bilinsin yine gözümden sızan kan, bileğimden damlayan yaş Kötü gün niyetine saklanmış tüm hüzünler kullanılmalı şimdi. Gün, kötü gün
En iyi büyüme şeklidir hüzün yar. Büyümeli ve hatırlamamalı hiçbir şeyi
Sol omzumdan bir çığlık düşüyor yere. İrkiliyorum Kuşdili cümleler savuruyorum nedensiz. Belki de en çok kendim anlamıyorum. Elim her zamanki kekemeliğini yapıyor. Ve kalemime pelteklik bulaşıyor, adın yazılacak diye yar.
Boşluğa yazılar döküyorum içimden;
Bir aşkı kaç kez gözlerinizden akıtabilirsiniz?
Ve gözyaşlarınızda kaç kez aynı imzayı görebilirsiniz?
Hadi, içinizi toplayın da cevap verin
Susabilir misiniz?
Emeklerken düşsel kırıklarınızın yolsuzluğunda
Düşebilir misiniz?
Oysa düşmek için yürümek gerek,
Bilmektesiniz
Korkmaktasınız,
Aşk adına çıkılan her yoldan cayarken varlığınız
Unutmayınız
Siz aşkın en ortasındasınız
Ve bu savaşta payınıza sadece yenilmek düşer
Farkında mısınız?
Cevapları yok yazımın
Yankılanıyor sadece uzun koridorlu bir boşlukta.
Duyan yok
Düşe düşe yara bere oldu masal. Şimdi son düşüşümü bekliyorum. Tutmayın Düşmeye çabalıyorum.
Tükendim mi yar? Neden bu son?
Yorgunum
Masala kapattım kalem uçlarımı
Caymıyorum hâlbuki masaldan. Sadece susuyorum yar. Artık bilinmeyecek sözüm
Geldiğim yolları tekrar çiğniyorum.
Bu kez denizim yok ayak diplerimde. İçimi yıkayacak, beni hayata yıkacak dalgalar yok. Olsun Bu harf kalabalığında elbet boğulmak düşer payıma
Yazmak sen kadar hiçbir şeye yakışmıyor yar. Bu kalem sen kadar kimseyi yazmıyor. Ama vakit susmak artık... Nasıl susacağımı bilemesem de
Hani derdim ya; yazdıklarımın altındakiler sen anla yar.
Şimdi yazamadıklarımı da sen anla
Söz tutulacaktır şüphesiz; sonsuza dek yazılacaksın. Harfler resmetmeyecek sadece yazıldığını, içime karalanacaksın
Yaz bitti Masaldı ya yazılanlar, masal kadardı bir yaz Mevsim sonbahar, bilmekteyim Bilmekteyim; zaman, alışkanlıklar diye başlayan can sıkıcı cümleleri
Zamanlara devrilmeyeceksin yar. Yüzüme doğan sayısızca gün, avuçlarına sıkıştıramasa da masalını, bitmeyeceksin Alışılagelmiş olmayacaksın. Hep ince bir sızı kalacaksın. Gözlerimin kenarında hazır bekletilen gözyaşlarımda aranacaksın. Bulunacaksın da üstelik saklanılmayacaksın
Son sözü defalarca söylenmiş bir yenilişti masal, yar! Büyük yenilmek için masal yazmış gerçeğim.
Neydin yar? Adım kadar bilirken nedendi bu giz? Sebepsiz
Kırık bir tebessüm iliştiriliyor zorla yanağıma. Oysa bilseler, gülmek için hiç savaş vermeyeceğim bir dilimdeyim. Ağlamanın elinden tutmuş yarenliğim. Bu sona sunulacak tek şey gözyaşlarım..
Kendime dönük soruyorum, kendimi bana yabancılaştırıp;
Siz gözleriniz kapalı masal yazabilir misiniz? Aşinaysa acılar tanırsınız kalemi. El yordamıyla bulabilirsiniz satırınızı ve yürekten sızan bir hüzün yoluyla dümdüz gidebilirsiniz. Yazdıklarınızı dönüp okumamak ve canınızı daha fazla yakmamak için kapalıdır gözleriniz. Yazabilirsiniz. Bu masalın okuru siz değilsiniz
Seni yazarken kendimi nerde unuttum yar? Nasıl oldu da
kendime siz oldum?
Güneş suya düşüyor, titriyor varlığı. Gece doğuyor şehrime. Maviler kararıyor. Vapurlar denizi parçalarcasına geçiyor karşı kıyıya. Ortaköy e uzanıp gidiyor gözlerim. Serseri adımlarımı özlüyorum, sahil boyu düşülmüş.
Ve SoN diyorum içimi yararcasına. Kız Kulesi şaşkın. Ve SoN diyorum. Kule ağıtlar iğneliyor masalımın sonuna.
Her şey bir Kız Kulesi düşüydü yar Ve düşü Kız Kulesi olan masallarda ağlamak çıkardı her adımda karşına.
Her şey rahat bir nefes daha almak içindi yar. Şimdi ise az daha gelinmese ölüme düşülecek bir solukta varlığım.
Yıldızım kaydığı an unutulacak olan her şeyi hatırımdan geçiriyorum sürekli. Unuttum demiyorum. O kadar büyük bir yalan dökmüyorum kalemimden.
Giden gider ve her şey biter!.. Yalan yar, yalan!!!
Kendi yalanımı ele veriyorum. Doğrular saklanırken masala, yanlışlar doldurmasın istiyorum kalan boşluğu.
Ki artık susuyorum
Bir sonu avuçluyorum ellerimle
Son diyorum Bitti Parantez içlerine bitemedi yazıyorum.
Masal parmaklarımın altında son çırpınışlarını gösterirken, büyük ağaçlar gölgesinde eskiyen gün itirafçısı oluyor içimin;
Yaraların sarılmaz, karanlığın artık aydınlığa ulaşmaz
Kefareti yok bu acının. Yüzüme astığı hazandan başka duruşu yok. Ertelenemiyor müsaitsizliğimde. Sen şurada dur acım, parça parça edip seni dirhem dirhem yaşayacağım cümleleri kabul görmüyor kaçışta. Ne garip, mutluluğum kolayca bırakılıyor yaşanılacağı tarih belli olmayan bir satıra
Yine yarımım. Nasılsın deme yar. Düşlerimin şah damarını kesiyorum bu sonla.
Bir son kadarım. Ağrılı, acılı, sancılı son çırpınışlarım
Bir şehrin dar sokaklarında yazıyor adım. Hadi çiğne harflerimi, geriye bıkmadan seni yazan ben kalmasın yar Ne seni yorsun artık tükenmeyen yazılışların; ne de beni benden etsin her defasında
Ben hiç bitmeyecek bir masalı yazacak kadar cesurluk gösterirken varlığımda, neden hep cesaretsizlik düştü ki payıma? Yalandı Bilmedin yar!.. Varsın bana kalsın cesaretsizliğin yüzü. Varsın bende kalsın sustuklarım. Ne faydası var ki konuşmanın?
Karanlığımdayım Kimse ışık sunmasın.
Az daha gelmeyin, ölmeyi becereceğim bu kez
Yutkunacağım ölümün en koyu halini. Öyle ya her renkten önce karaydım ben. Düştüm, kanadım masal yazınca; kırmızıyı öğrendim. Acıdım, susmadan ağladım; şeffaflığı öğrendim. Düş kurdum; pembeyi bildim. Seneler geçti üstümden; toz rengine kuşandım. Sonbaharda düştüm yere; sarardım. Ama ben hep karaydım.
Gözlerimden damlayan siyahlarda düşümü ağladım. Masalsı sayıklamalarımdayım. Bilmediğin aralıkta, duymayacağın çığlıkta son/baharlaşıyorum. Yeni bir uykusuzluk kuşanıyorum gözlerime. Kırıklarımı toplayıp bütünleştiremiyorum. Adını saklıyorum hafızamın bir yanlarına.
Nerdesin?
Ne önemi var yar.
Düştesin
Giderayak ne demeli sana yar. Yirmi dokuz harften kurulma en güzel düştün dünyama. Adından anlamlı değil hüznün tanımı bana. Üç heceydin satırlarda can buluşunda. Seni yazmak için kendimi bile silebilirdim yar.
Ben şiirsi bir ağlayışla otururken masalın kıyısında, bilmediğine döktüğüm yaşları toplamalıyım bu sonda
Yar! Hayat cümlemin bozuk imlası
Yar! Adımı unuttuğum adını yazmaktan
Yar! Masalsı düş
Yitme bu şehrin büyük yalnızlıklarında.
Dağ gibi devrilirken ben harflerin musallasına, bil ki haykırışlarımda kanatlanıp savrulacaksın rüzgârlarda, boğazın bir kıyısından diğer bir kıyısına
Yollar parçalarken adımı, asılsız bir ihbardan sorgulanıyor asudeliğim.
Bir mermi düşüyor alfabeme, delik deşik oluyor harflerim.
Yokuşlar çıkıyorum, inişleri olmayan. Taşlara takılıp yuvarlanmaktan bıkmıyorum. Adını intihar koyuyorum yaşamanın.
Cam kenarlarında nereyi gördüğümü bilmeden bakıyorum. Yağmur çarpıyor yüzüme ve toprak kokusu bulaşıyor kalemime. Geldiğim yere yüzümü dönüyorum. Toprağın alnından öpüyorum.
Bir şarkısı yok masalın; duyulduğunda hatıra geleceği. Sözleri de bitiyor ya şimdi Ne desem boş Ne desem sürükleniyor zifiri karanlıkta. Hiçbir sözün faydası olmasa da bu sona, bunca yazılmışlığın ardında bir son çizmeli dedim masala
Bir cellâda gülümseyecek kadar özlemek ölümü, ne demek bilir misin yar? Bir son yazarken sonunu çizmek yaşam haritana
Ah-u zar! Ne dem diner gözümdeki yaşlar?
Diyebilir misin ki geçecek? Diyebilir misin ki masallar unutulur, biter, yok olur
Desen ki inanır mıyım artık?
Bahar tükendi; sonbahar geldi. Dalından düştü masal
Yapsam bozulmayacak; bozulsa yapılmayacak kadar darmadağın tüm hayaller.
Bu sonu bırakıyorum ellerine Yar. İster sakla, ister yırt at!
Masal sonlarında üç büyük elma düşer bilirsin. Birincisi sana, ikicisi sana, üçüncüsü de sana olsun .. Masaldan kendime pay ayırmadığım gibi bu son da düşmesin payıma
Bu sona bir kalem feda ettim Yar. Al götür kendini satırlarımdan
Ve Yarenliğim gider ve masal biter Yar.
Unutma! Hep içime yazılacaksın
İçimde yazılacaksın
Tedirgin
Belli ki çok beklemişiz birbirimizi. Belli ki acıların süzgeçinden geçip öyle damlatmışız sevda damlalarını
birbirimizin üzerine. Şimdi bundandır tedirginliğimiz. Ama bilirsin, aşk sevmez tedirginliği.
Ya tam açacaksın yüreğini, ya hiç yeltenmeyeceksin. Grisi yoktur aşkın, ya siyahı, ya beyazı seçeceksin.
Bambaşka diyarların sakini, başka başka yolların yolcusuyken nedir bizi karşılaştıran şey?
Nedir bir anda hayatımızı değiştiren şey? Aşk elbette...
Aşkı bulmak zordur yar... Öyleyse kıymetini bileceğiz aşkın. Bir kez buldun mu yapışacaksın yakasına.
Ellerini bir saniye bile ayırmayacaksın aşkın üstünden. Bir çiçek gibi sulayacaksın. Büyüteceksin.
Öyle uzaktan bakmayla yaşanmaz aşk. Ruhunu adayacaksın. Beni düşündüğünde bedenin titreyecek,
ellerin titreyecek, yutkunamayacaksın. Ayrılık fikri deli edecek seni. Yokluğum aklına geldiğinde
bir taş gelip yüreğine oturacak, ağırlığının altında ezileceksin. Yerinden kalkamaz hale geleceksin.
Düşünemeyecek, konuşamayacak hatta ağlayamayacaksın.
"Seni Seviyorum" dediğinde bunu sadece dilinle değil, yüreğinle, gözlerinle de söyleyeceksin.
Ben, beni sevdiğini senin söylemenle değil gözlerine baktığım zaman anlayacağım. Ancak o zaman inanacağım.
Birlikteyken unutacaksın dünyayı. Sadece bana ait olacaksın, ben de sana... Birbirimizden başka hiçbir şeyin
önemi olmayacak. Sana dokunduğumda kanın hızlı hızlı akacak. Yüreğin deli gibi çarpacak.
Nefes nefese kalacaksın. Ve sanma ki senden farklı olacağım ben de... Bin kilometre ötede olsan "gel" dediğinde,
koşacağım sana, merak etme.
Aynada Kendine Bakabildin mi?
Aslında kendine güvenli bir liman arayan sendin. Kaçtığın hüzünler benden önce de vardı. Sen bir sır saklamıştın içine, dolu sandığın ruhun büyük boşluklara akmaktaydı.
Sürekli tetikte, gitmeye teşne, bavulun sanki hep yatağın altında hazırdı. Daha güzel bir kadın, daha iyi bir iş, daha geniş bir ev, önüne daha koyulacak her şeye kayabilirdin. Sanırım, söylemesen de öyle yaptın. Hangi “daha” için terk edildiğimi bilmek istemiyordum, zaten kırgındım.
Gerçeklerinle rüyaların birbirine geçmiş senin. Kime ve neye koştuğunu bilmeden savruluyorsun. Bir avcı gibi sessiz ve tetikte yürüdüğün şu hayat yolunda, kendin avlanacaksın ama görmüyorsun.
Pek çok defa inanmadım söylediklerine, bahanelerine ama inanmış gibi yaptım. Mahcup olma diye, karşımda dik dur, ezilme diye, kendimi yalanladım bazen. Bir türlü bitiremediğin çelişkilerinle, sadece bir boşluğa ulaşabilecek ihtirasınla uğraşıp durdum yıllar boyu. Yine de çok sevdim. Yaralı zannettiğim kalbini aşkla kucakladığımda, azalacaktı acın. Öyle sandım!
Seninle doldurduğum her isim, yani aşk, hayat, vefa, yaren, ne varsa sana yüklediğim, hepsi bir cehenneme dönüştü. Kuşatıldım üstelik, karşı durduğum ne varsa, etrafımı sardı. Şimdi, bıraktım kendimi suya bırakır gibi, nereye giderse yaşam, ben de onunla sürükleniyorum. Kaygılanmıyor muyum? Hem de çok! Ama düşününce, ne kadar daha vurabilir ki olacaklar? Senin ağır yaralarından sonra, hepsi vız gelir.
Basit bir özürle savuşturulamayacak kadar derinlerde duruyor tecrübelerim. Merdiven çıkar gibi, her yeni adımımda onların üstüne basarak çıkıyorum. Yoksa çıldırabilir insan! Sana bakarak, birinin kendini bunca aldatmasına nasıl göz yumduğuna anlam veremeyerek aklını yitirebilir. Sakinim, dinginliğimi koruyorum. Bana yaptıklarını geçtim, kendinle kavgana öfkeleniyorum.
Dost sohbetlerinde ara sıra geçiyor adın, irkiliyorum. Neden ayrıldığımızı anlayamıyorlar, dışarıdan çok uyumlu görünüyorduk ya, açıklayamıyorum. Böyle anlar için cebimde bir cevabım hazır duruyor. “Siz hiç gökkuşağının altından geçmeye çalıştınız mı? Siz yaklaştıkça kaçan bir ışık huzmesine asla varılmıyor. Üstelik renklerini güneş ve yağmur gibi iki büyük gerçekten alan koca bir yalansa ulaşmaya çalıştığınız, gün oluyor bunca çaba boşa çıkıyor.” O zaman susuyor herkes, kimse artık seni sormuyor.
Seni anlamak, hatta sana seni anlatabilmek için gösterdiğim çaba, beni çirkinleştirdi. Bir sabah uyandım ve gözlerimi bulamadım aynada. Oysa en çok gözlerimi severdim. Kendinle beraber sürüklediğin kaybolmuş ruhlar çukuruna düşmeden tutundum kenara. Günler, aylar sürdü ayağa kalkmam. Aşağıya baktım, koyu ve derin bir karanlığın ortasında duruyordu yüzün. Korktum! Sonra yan yana geçen uykularımızı düşündüm, irkildim. Nasıl uyanıp da gülümserdim sana? Daha kötüsü sen nasıl bakabildin bunca yıl her sabah kendine aynada?
Gerçekten sevmistim
Bitirdin/ Sende bana ait ne varsa ezdin geçtin..Kirlettin içimdeki aşk tohumları..Sen gittin..Ben yavaş yavaş öldüm..Gittin..Sonra yanlışlarını sadece benim doğru bildiğim oyunda ebe oldum.Aydınlık içinde karanlığa boyanan yüzümü aynalarda seçemeyen bir kızım ben..Başıma örülmüş bir ihaneti mutluluk sanatı bilecek kadar küçük bir cümleydi yüreğim..Saçlarıma dokunan ellerinin benden başka yüreklerde yıkandığı bilmeyecek kadar saf bir kız cocuğu idim ben. Şimdi dizlerimin taşıdığı ağırlık kadar her gün dökülüyorum içimdeki yalnızlığa..Ve cesedi son anda hayata döndürülmüş ama yüreği hala morg ezikliğinde bir düş hikayesi gözbebeklerim..Biraz da nemli..Sakın gittiğin diye ardından dökülen yaşların izi sanma gözlerimde biriken bulutların yoğunluğunu..Bende beni taşımaktan bıkmışım / seni ve bana emanetini ( ihanetini ) nasıl taşıyayım ki ..Sahi sen kimdin ? Sen mi ? Ben her gece seninle ölmenin gururunu dualarımı işlerken,başka bedeninin terinde cenazemi taşıyan saldın sen. Gözlerinde beni bir misafir gibi taşırken sen, ben sana niyetlenip her gece sana kavuştuğumda senin özleminin iftarını açıyordum gözlerinde,..Ağrıyan başım, sızlayan her yanımda senin varlığında huzura taşınırken meğer sen benim denizlerimde benim gözlerimde kendini / kirli emellerini temize çekmekteydin..Ellerin saçlarımda tel tel dolaşırken meğer sen başka nehirlerde yıkanan bir topraktın bende. Bilemedim.Oysa ben sana temiz bir hayat vermiştim..Adım gibi berrak, yüzüm gibi parlak..Ama sen kirli yüzünü benim temiz sevdamda yıkadın...Bana gelişlerin yalan, beni özleyişlerin bir oyundan ibaretmiş..Sezemedim..Sen bu oyunda senarist, ben ise figüran..Figüranlıktan bihaber..
Sensizliğin bir kalem etmediği düz bir yolda ilerliyorum..Yürüdükçe yokuş oluyor içimdeki yaraların..Kapanmıyor senin arsız dikenlerin..Öyle büyüktün ki içimde, tarihin raflarına gömülsen de hala ihanetin iç ceplerimde..Öyle bir ihanettin ki bende, korkularım, senli yaşadıklarım gözbebeklerimin ıslak neminde..Sorarım ey doğruluğumu yalana gebe bırakan adam; bu kanlı hançerin sebebi ne ? Bu ihaneti yaşamak için sana ne yaptım ben ? .Seni sevmek, seni özlemenin seni hayatımın en büyük dileği yapmanın bedeli miydi yoksa çektiklerim? Biliyorum beni öldürdükçe sen hayatlandın.Ben sustukça sen kirli yüzünle büyüdün..Büyüdün...Gözlerime baka baka yalanlarını savururken sen kanatlandın başka diyarlara..Saçlarıma uzanan ellerinde başka bir koku dolaşırken ben seni hayatımın merkezine yerleştiriyordum..Adına birçok anlam vermeye zaman bulamazken, yani ben sana ölüyorken meğer sen beni benimle öldürüyordun..Niyetin beni öldürmekti niye bu kadar bekledin ? Madem ben ölecektim..Bu ızdırab, bu sancı niye? .Bıraksaydın beni bana; kendimin en büyük katili ben olurdum..Soframda en büyük bereketin nefesinin olduğunu bilirken sen bana avuçlarından zehir akıtandın..İçimde sana büyürken meğer ben sende bir cümle.Bitti artık kelimeler..Boşluktayım..En dipte..En derinde..Ölmenin acısından değil; senin beni öldürmek için beni bende öldürme cesaretinden korkuyorum artık..Yüreğimin kirlenmesinden değil, sana açtığım gökyüzümden ihanet şarkılarının yankılanması...Artık kapatamıyorum kulaklarımı..Gittiğim her yer senli bir yalanın arka sokağı..Bastığım her yer senden kalma bir acı..Tarifi yok..İlacı yok..Tükendim bende..Soyundum kendimden..Kovuldum sana aitliğimden..Kırıldım orta yerimden..Ha düştüm ha düşeceğim..Sakın tutma beni..Şimdi her yanımdan sensizlik akıyor..Aktıkça bir yanım, bir yağmur bulutuna gözlerimi iliştirip hıçkıra hıçkıra acıyorum kendime..Sonra da susuyorum...Sen kadar ölüyorum..Ama kendim kadar yer edinemiyorum hayatın en can alıcı yerinde..
Biliyorum , bir gün öleceğim..Ama senin için değil; senin gibi kirli yüzü temize çekmenin ağır bedelini ödeyemediğim için..Sen kanatlarımı kırarken ben seni hayata nakışlandığı zannederdim..Ne kadar büyük yanılgının içindeymişim meğer..Sana gelen her yol benim sonummuş..Şimdi git sevgili diyeceğim ama beni öldürmeden gitme..Gitme...Kendini bende arındırmışken niye öldürmedin beni...İçimdeki cocuğu kürtaja zorlarken gözlerimdeki cenini niye hayat verdin ? .Madem bir gün gidecektin, niye denizlerimi niye umutlarımı kirlettin ? Yüreğim paramparça..Gözlerim kan çanağı..Aldandığıma, gözlerimdeki yaşa değil sitemim; sana yüreğimde bu kadar anlam yüklediğimedir..Sakın yanlış anlamayasın..Sahte gülüşlerin hala gece yarısı ürkeklerime denk gelirken, sen benimle oynadığın masalın hangi sahifesinde kaldın...Masal bitti / Sen yüreğimi iğfal ettin...Sen içimdeki " aşk " kelimesini ayrılığa gelin ettin..Şimdi sevinebilirsin...Neden diye sorma bana..Sen benim bu dünyada en büyük dileğim'din..Şimdi bende koca bir hiçsin..Seni sana gömdüm...Sana dair tek bir nefesim yok artık..Seni hayat sanmıştım mutluluk safında..Meğer sen ayrılıktan alıntı yapılmış koca bir yalanmışsın...Örttüm üstümü sıkıca..Kapadım yüzümü.. Kapadım kirpiklerimi bulutların arasında, küçük bir dilek tuttum.. Sensiz, temiz bir hayat dileğimle seni içimde öldürdüm..İtiraf ediyorum; katilin benim.. Sana ise tek bir sözüm bile yok..İhanetinden başka yerin yok bende Koca bir boşluksun bende
....................
Sende Hakkım var .
Dil de Giz'im ;
Yürekte Yaram Var Benim !
Şimdi tüm takatsizliğime inat umudumu takınıyorum sert rüzgarına karşı .İlk defa dillenemiyor Hüznü'm,İlk defa sus oluyor acılar .Göğsümü gere gere yüzleşiyorum vur-kaç yaptığın vicdanımla ! Daha önce de söylemiştim sana 'Vicdanımın Azabı Kalmadı . ' diye...Bu sefer vicdanım azabını hiç tanımadı,Çünkü bana attığın sevgisizlik çamurları arkanı dönüp giderken üstüne yapışmıştı ;Sen Görmedin !Belki farkettin,Belki bir başka tende,Bir başka nefeste farkediceksin !
Neden geldiğimizi,
Neden yaşadığımızı bilmez
Gidiyoruz bu dünyadan . .
Bugünlerim dünlerimi yaşar,
Yarınlarım ise Hayallerimi Süsler.
Direnmekti Yaşamak ,
Savaşmaktı sevmek
Ve ölmekti Aşk ...
Bu denklemin bilinmeziydim 'Ben / sen '
Sen de Hakkım var .
Dil de Giz'im ;
Yürekte Yaram Var Benim !
Seni satırlara son döküşüm,Klavyemden son hıncımı alışım seni düşünüp !Sen AŞk'tın,Aşk ölmekti ;Ben Ölmedim !Çünkü benim gibi sevene senin yakıştırdığın gibi bi son uymadı,Büyük geldi Üstüme !Sen yanlış yerden vurdun,Ben canım acıdığı için değil sen vurduğun için yaralandım . . .
Boş yere günahımı aldın,
Yok yere canımı acıttın ,
Son sözü sen söylemiştin
Benim Son sözüm yok bu Aşk'a . . .
Sözlerim suskunluğumdur bundan sonra
O Kadar ... !!!
Hiç yoktan düstüm bu hale
Basima neler geldi
Gerçekten sevmistim
Yalnizim simdi
Bir gün istersin
Beni özlersin
Ümidini sal git dostum
Ben aska doydum (!)
Alıntısız bir cümle..
Köklerimden çekildi içimde çocuk..
Ama sana inat,
Küçük bir su yolu buldum..
Topraklara gözyaşlarımı akıtıp,
Senli yaralarımı çamura bandıra bandıra yol alıyorum küçük dünyama..
Sonra çöktüm içimdeki çocuğun ayak uçuna..
Gözlerimi kapayıp bir dilek diledim sonra
" Sensizlikten başka her yana giden bir patika yol
Gözyaşlarımı rüzgara karıştıracak küçük bir pencere..
Senli hatıraların yer almayacağı bir alfabe..
Alıntısız bir cümle..
Sade bir mutluluk.."
-- Çok şey dilemedim değil mi ? ---
11 Ekim, 2009
Yargılar Bitti,İnfaz Vakti!
Bir sabaha karşıydı, tam hatırlayamıyorum... Aynadaki enkaza bakmıştım ve kan damladı hislerimden. Mutluluğun sonsuza dek terkettiği en geri gelmeyen cinsinden... Bu sefer farklıydı!
Her gideni yolcu etmesini bilmediğimden olsa gerek ne itebildim, ne de tutabildim zamanı... Koşturup peşinden ayrılıkların sonsuz kaçışlara sığındım. Şimdi gözlerim bağlı ve artık yargılar bitti, infaz vakti!
Dar ağacı kılığında üçgen bir obje değil yaşam! Bazı hataları erken yaptığımdan olsa gerek, çok olgun kıldı beni bu metanet! Anladım ki giden hayatı geri getirebilecek bir ilaç yokmuş! Dünkü güneşle bugünkü çamaşırlar kurutulmuyormuş...
Yazık! Geç anladım... Hayatın yaşamaktan ve ölmekten başka dokusu yokmuş. Yargılar bitti, infaz vakti!!!
alıntı
Hani unutmak bir mumun ömrü kadardı
Hani imkansızlıklar ellerimizde tükenirdi.Kaç imkansız tükendi avuçlarımda bir sen kalakaldın parmak uçlarımda tek imkansızım.
Hani uçurumlara merdivenler yapardık kenetleyip ellerimizi.Sensizlik mi uçurum yaşamak mı uçurum seni sensiz bir başıma.
Dokunmakla mı yaşanırdı anılar.Kıyamadıgım tenine dokunmayalı kaç asır geçti halbuki peki neden yaşamaktan usanmadı anıların.
Kelimelerin karışıyor beynimin kıvrımlarına.Sen başka tenlerde erirken ben senin kokunda tükeniyorum.Gitmek kolaydı sen gitmeyi seçerken ben hiç gidemeyen olmuştum halbuki.Kendime bile itiraf edemediğim sevgini yaşamayı seçen olmuştum.
Tek yanlışın tüm dogrularımı sildiği yerdeyim.Senle başladıgım ve bir daha hiç ayrılamadıgım yerdeyim.Sense benden sonra tükettiğin kimbilir kaçıncı sevdanda.
Eski bir fotografın yakılmış kısmıyım belki de artık.Ama o sonsuz sevgiyi sonsuz kılan parçayım.Sense puzzlemın kayıp parçası.
Hani yeniden severdi insan.Denemedim zannetme.Seni silmek için tutundum bir başkasının avuçlarına,beni yabancı ellere nasıl bıraktıgını hiç kabullenemeden.
Belki de bir aldatmacanın başrol oyuncusu olarak,kalbimin kapılarını kapatıp yüreğimi susturarak.
Sana yazılmadı bu satırlar üstüne alınma.Bu satırlar yüreğimin sessiz konuşması sadece.Dillenmeden aglaması.Sesini hiç duyuramadan tekrar susması belki de.
Kaç yıl geçti oysa sen umarsızca gideli.Hani görmeden sevemezdi insan.Oysa yüzündeki tüm çizgiler ezberimde dururken kalbimden nasıl silinir suretin.
İşte yine sensizlik kokan bir gecenin demindeyim.Sen gideli güneş dogdumu sahi.Denizin yosun kokusu yayıldı mı yine.Martı çıglıkları sardı mı gökyüzünü ya da gökyüzü aynı mavi mi.Sen gideli gece buralarda.Gökyüzü hep siyah.Deniz yosun kokmuyor.Dalga sesleri bile sustu.Yagmurlar yagar bazen gözlerime.Sen gittin gideli mevsim hep kış.Buzdan bir yatak seriliyor ayaklarımın bastıgı yerlerde.
Hani ben hiç gülmekten vazgeçmezdim.Şimdi neden sahte gülücükler var yanak kıvrımlarımda.Neden ıslatıyor yagmur damlaları birer çig olup yanaklarımı.En sevdiğim mevsim bahardı şimdi anlıyorum baharım da sen.Papatyaların üzerine serilip gökyüzünün mavisini seyretmek gibi hala seni düşünmek.Gelincik tarlasına yol almak gibi hayalinde yaşamak.Galatadan İstanbul u seyretmek gibi fotografında uykulu gözlerim, yastıgıma sıgınıp sana uyumak.
Söyle savurabilirmiyim kalbimden seni ötelere.Ya da kaç uzak alır götürür seni benden.Kaç asır unutturur sevdanı.
Hani unutmak bir mumun ömrü kadardı?Kaç mum eritmeli daha?Yüreğime akıtmadan sevgini ya da kaç mum sığdırmalı hayatıma seni unutmak için?
alıntı
Sus İndi Gecelerime..
Susma Sevgili..
Beni uçurumlarda ağlıyor bulmuşken
Susma!..
Alevle yakılmış kelimelerinin biri bitmeden,
Diğeri saplasın ciğerlerime..
Her kelimen ayrı bir hançer acısı versin yüreğime..
Yüreğinde yara bağlamasın çıplak öfkelerin,
İçinde kalmasın en gariz küfürlerin..
İşte bedenim burda,
Dilinin ucunda ne varsa say sayabildiğin kadar....
Boynumu yalnızlığın ayak ucuna bükmüşken,
Beni " bende " bu kadar zayıf yakalamışken,
Ez, ezebildiğin kadar..
Öfkelerini kus avuçlarıma..
Ölüm fermanlarını sun yaralı canıma..
Kendim düşmüşken uçurumlara,
Kendi yarınlarımı kendim hançerlemişken,
Bir de sen vur, vurabildiğin kadar...
Tek bir kelime etmeden vur boynumu..
Hayatında biriktirdiğin öfkelerin hesabını..
Fütursuzca benden kes sevgili!..
Mahşere kalmasın hesabın..
Hançeri al, gözlerime sun..
Giderken son hediyen olsun kanlı hançerin..
Vur vurabildiğin kadar Sevgili!..
Hakkın varsa eğer hesabın mahşere kalsın sevgili!..
Yok kalmasın diyorsan;
Bana gelen yolu,
Ve yüreğimin adresini biliyorsun..
Öfkelerini beline kuşanıp çık karşıma!.
Doğrulttuğun namluya,
Yüreğimi usulca sürmezsem namerdim.
Yaralarıma Tuz Bas
Gidişinden aylar sonra cevap hakkımı kullanıyorum dua çiceğim..---
Gidişin bir Kasım günüydü. Beyaz karların şehrimi istilasında öğrendim gidişini..Gittin, sevginde bir bahar göremeden çekip gittin..Ben bu satırları yazarken kim bilir sen gerçeğin aynasında yarınlara dair düşler kurmaktasın..Ben ise yalnızlığa inat kırdığın yüreğimden kalan son parçalarıyla birşeyler karalıyorum işte.Sakın üzerine alınma bu satırları. Toprağa gömülmüş bu ayrılığı kaldırıp yeniden filizlendirmek değil niyetim. Bu satırları sen okuyasın diye değil , gidişinden sonra içimde biriken bir avuç fırtınayı fakir satırlarımda yakmak istediğimdendir sevgili. Gidişin hala gözlerimin önünde. Son oynunu oynamak üzere sahneye cıkmış figüran gibi yalnızlığın suflelerini okuyup gittin...
Gittin. Yüreğinde baharları beklerken rüzgarı koynuna alarak gittin..Sessizce gittin, kör uçurumlara saldım düşlerimin kırık kovalari. Hani bir zamanlar yüreğine umut taşıyan kırık kovalarım var ya.. İşte o kırık kovalarla sensizliğin kör saatlerinde hep gidişinin öfkeleri taşıdım yüreğime. Her kovada sensizlik yağdı üzerime. Her kovada cayır cayır yandı düşlerim..Ama hep sustum.. Sahipsiz çığlıkları yükledim yamalı heybeme..Azık diye bildiğim gülüşleri aradım durdum yalnızlığın güneş görmeyen köşelerinde..Yollara koyuldum, pusulasız halimle. Seni aradım, tek bir kelime etmeni bekledim.." Hoşcakal " kelimesinin dudaklarından yüreğime hançer gibi inmesi bekledim..
Gittin, tek bir kelime etmeden. Anılarımızı kibritsiz yakarak gitmiştin. Gittin oysa ben yüreğime nice yalanlar söyledim bir gün dönecek diye..Pembe yalanlarla avuttum kendimi. Yalanlarla avutmasam kendimi; ayrılığın soğuk teriyle korkusuzca yüreğime dayacaktim kör kurşunları..Oysa ben ölmeyi değil; senin uzaklarda ama bana bir nefes kadar yakın olan varlığında yaşlanmayı istiyordum.Pembe yalanlarımdan düşler kurup gelmeni bekledim sevgili..Sakın yanlış anlama sevgili ; benden önce kurduğun hayatı ellerinle yıkıp ikimizin mavi düş tarlasına geleceğine dair düşler değil kurduklarım. Bir gün dönüp " Gidiyorum, Hoşcakal " kelimelerinden ibaret kuru cümleyi alnımın yazgısına yapıştırıp son kez ait olduğun yalnızlığa dönmene dair yalanlar, düşler büyüttüm yüreğimin soğuk köşelerinde..
Gittin, "dua çiceğim" bildiğim yüreğinden " yüreğime" bir veda sözcüğünü esirgeyip gittin. Hani dönülmez sözler vermiştik birbirimize. Şimdi yeminleri tutmayan tek benmişim gibi tüm tövbelerin adaklarını acılarla ben ödüyorum; sen değil !Hani aynı gözle ağlayıp aynı yürekle gülümseyecektik biz. Hani sarı denizlerin üzerinde " vuslata" kulaç atacaktık seninle..Öğretmenliğe başladığın okul yolunda ayakların yorulmasın diye sırtını sana seren bu yüreğe çok mu gördün bir veda kelimesini..Çok mu gördün bunu sevgili ? Nefesim diye övündüğün bu sevdayı bir ayrılık cümlesiyle bitirememek niye sevgili ? Suskunluğun elbisesini çıkar üzerinden..Susma sevgili.. Tek bir kelimenle ölmeye hazır yüreğime tek bir söz söyle hadi..Kurşunları kelimelere ilmekleyip, son infazını boynuma geçir sevgili....
Biliyor musun gidişinden aylar sonra bile içimde kanıyor gidişinin sessizliği..Gidişinin tek kelimeye bile sığdırılamayan ezikliği hala sırtımda kambur. Yüreğim hala kırgın, gözlerim hala ıslak. Hala böğrümde suskunluğun bıçaksı dişleri. Üzerime giyindiğim elbiseden göremediğin irinleşmiş yalnızlığın duruyor göğsümde..Belki de senden kalan tek şey bu.. İrinleşmiş yalnızlığın.. !
Ayazlara gebe kalmış yüreğimle konuşacak o kadar cümlelerim var ki..Şimdiye kadar hep sen üzülmeyesin diye dudağımı büküp kelimelerimi ezdim dilimin ucunda. Ayrılık kelimelerini erteleyip bir gün tekrardan gelip gidişinin son kelimesini edeceksin diye bekledim durdum. Beklerken seni, sabır zırhını giyindim üzerime. Sustum, bir dağ gibi. Kurudum bir yaprağın sonbahardaki ölümü gibi. Yavaş yavaş ve içten içe...Ölmeyi bekleyen bir çınar ağacının solgun yapraklarını görüp köklerini bedeninden koparması gibi bende yüreğimden düşlerimi kopardım. Acıta acıta ve yavaş yavaş...Oysa öfkelere bürünüp kilit vurduğum dudaklarıma gidişin acısını anlatsam fırtınalar kopacaktı mavi denizlerimde. Belini kırıp yalnızlığın gölgesinde oturan yaralarıma bir dokunsam denize kavuşmaya hasret bir göl gibi avuç avuç kanayacaktı yüreğim. Damarlarımdan taşacaktı ayrılığın zehiri.. Biliyorum, beni ezip taşacaktı. Bentler kuracak olsam da yıkılacaktı önündekiler teker teker. Keşke bendeki sessizliği , yüreğimdeki ezikliği görüp son kez gelsen.. Toprağa gömülmüş aşkı tekrar filizlendirmek için değil; köklerinde yanan öfkeleri susturmak icin gelsen..Son kez ölümü dudaklarıma değdirip keşke kangren yaralarıma tuz diye gidişinin közlerini bassan sevgili..
" Dokuz aylık acının,
Son doğum sancılarıydı yüzümde gizlediğim.
Kangren olmuş yanlızlığın,
Son satırlarıydı alnıma çizdiğim.
Artık toprak olmuştur sevdan,
Bir sayfa değildi üzerine kapanan;
Vefasız sevdanın ölüm fermanıydı
Tozlu raflara kalkan......"
10 Ekim, 2009
Masalım / Oyuncaklarım / Günahlarım
Özletmeyin Azrail�i..Ayartmayın yalnızlığı aleyhime.
Kurban edin beni düşsüzlüğüme..
Daha fazla zorlamayın öyküsüzlüğümü.
İsnat edilen tüm suçları kabul ediyorum.
Suskunluğum/ tek suçum..�
Ben ki; suç mahallinde yüzlü kirli bir çocuğum. Üstüm başım hazan. Görüyorum ki; çoktan kurulmuş sandalyeler, tam orta yerinden vurulmayı bekliyor gövdem. Birazdan ayıklanır yüreğim köklerimden. Ben ki; üstü örtülmüş karanlıkların tek müsebbibi, ben ki; tüm günahların ev sahibi. Soluğumdan çekin ellerinizi. Bana ölmeyi tek çare göstermeyin.Susmayın ya da susturmayın beni. Bana biçtiğiniz dışı kalabalık içi çıplak sıfatlar yetmemiş olacak ki, rahmimde taşıdığım düşsüzlüğüm kürtaja zorlanmakta..Çekin ellerinizi gövdemden. Çekin gözlerinizi geleceğimden. Özletmeyin bana Azrail�i.Bedenim çamurdan ibaret. Bırakın bulansın yüzüm öyküsüzlüğüme.
..........
Masalım / Kırıklarım, oyuncaklarım. Hepsi darmadağın işte. Arama beni � bende � .Kayıplardayım. İçimdeki çocuk depreşti / sadece suskunluğum nüksetti.Farkındayım, tükenen kelimelerimin sende açan yaranın büyüklüğünü. Ne olur sen bari anla beni. Başarabildiğim, umutlanabildiğim tek varlık sensin. Tutunduğum, kendimi bulduğum, kendimi kendimle yendirip sende kendimi var ettiğimsin. Bilesin ki senden başka hiçbir gövde kabul etmez bu hakir kökleri. Hiçbir gökyüzü yer açmaz benim gibi uçları kırık uçurtmalara. Ne olur sen bari anla düşsüzlüğümü/ öksüzlüğümü. Kapadıkça açılan yaralarımı bari sen yama. Ört üzerimi yoksa..Yoksa ben bende tükenecek. Tut ellerimi masalım/ tut..Sakın bırakma.
Eksik kaldığımı, seni senle başbaşa bıraktığımı söyle..Senin dışındaki herşeyden kovulan bu yürek, senden başka hangi izânın ayak ucunda avunur söyle.Susma ne olur.Beş para etmez bir gölgem duruyor önümde.Sende bana ait ne kadar eksik varsa söyle.Tamamlayamadıklarımı, yamayamadıklarımı anlat bana.Gülümse sen, içindeki birikmiş tüm sözcükleri anlarım ben. .Senden başka bilmediğim lisana inat öyküsüzlüğüme, öksüzlüğüme bir anlam daha katarım.Yeter ki sen söyle...
Ben ki, seni en az senin beni sevdiğin kadar sevdim.İnkar etmiyorum, bazen seni suskunluğumla başbaşa bıraktım.Bazen de boşluğa saldım seni.Ama her zaman sevdim; en azından senin kadar sevdim..Unutmanı istemediğim tek bir şey var.Ben ki, her çicekten bal almaya yeltenen bir arsız değilim.Ben ki, uğradığı her limana zehrini akıtan yabancı uyruklu bir gönül hırsızı değilim..Ben sadece, unuttuklarımı unutmaya çalışan imlasız çocuğum, gözünde yağmuru eksik olmayan...
Söyle ne olur seni bensiz mi bıraktım ? İçimdeki hangi söz, hangi cümle, bensizliğin kanıtı ?
Sor bakalım kalbine..Seni hangi gölgeye emanet ettim ? Bedel ödeyeceğim diye kimin diyeti bildim seni ? Kovulduğum yüreklere yüzümü bulayan ben, suskunluğun dilinde kanıyor. Sanki susmaya yeminli. Sanki konuşmamaya sözleşmeli. Benimkisi sadece ihtimalleri ayıklanmış çığlıklar.Aldırma alıngalıklarıma..Aldırma kendimdeki susmalarıma.Öyküsüzlüğüme denk geldi ağlamalarım..Suskun muyum yoksa, içimde sana yakılmış ağıtlarımın sesini duymuyor musun yoksa ?
Ey kanatları kırık kadın;
Beni bırak benle. Sendeki ben varken ölme zamanı mı şimdi. Doğrul kazdığın mevzilerden. Utanma sakın yüzünden akan gözyaşlarına. Aldırma yüzünü yalpalayan rüzgara. Yetmedi mi bedenini pervasızca harcadığın ? Yetmedi mi kendini geçmişe gelin ettiğin ? Bırak yüreğini avuçlarıma.Olduğun yere kücük bir gökyüzünü çiz. Her gece başını yastığa koyduğunda yüreğinin enginliğine bir yıldız koyuver dudağın ucuyla. Aldığın her nefese bir umut ekle. Ben � bende � savaşırken sen sendeki beni gölgelerine sığın. Hani sen umuttun, hangi sen dayanıklıydın ? Sıra mı ölmenin. Soyun üzerindeki vesvese dehlizlerini. Sıkı giyin hayatı.. Sakın ardına bakma. Yaşayamadıklarınla örme hayat evini. Küçük sevinçler iste, acı ve gözyaşı değil.. Avuç ici miktarında gülüşler dile kendine. Kendine bir yüz seç. İmkansızlığına bir kürek miktarı sevgi aç. Hisset kendini bende . Varlığını demirle gözlerime. Sığın kokuma, sığın adımın baş harfine. Soyadımı alamasan da adını fısılda kulağına. Sakla beni en derine.. Gözlerinden ibaret bir dünyayı hediye eyle bana.Varlığından utanacak değil; varlığınla duyulacak bir perdeyi arala gözlerime. İçimdeki cocuğu bırak. Bana bir masal anlat içinde sadece umut var olan. Bana bir hayat ver içinde � can � olan. Bana bir söz söyle içinde � ölüm � olmayan....
Ey hazanı bol mevsimin bahara bakan yüzü,
Ayak uçlarımdan hayat çekilirken canını canından çekme zamanı mı şimdi ? Bırak ellerin değmesin ellerime. Varlığıma tutunyeter.Karanlığın içinde bir mum yakıver. Ellerini gökyüzüne çevir. Adını bırak dudaklarıma. Gidebildiğin yerde değil, yaşadığın yerde nefes al. Her gece başını koyduğun yastığı göğsüm bil. Akıt gözyaşlarını benim için. Bırak aksın içimdeki kabuk bağlamış yaralar. Kırıklarımı topla şimdi. Mevzini değiştirme silahı kırık asker. Sadece menzilini seni� sende � / sadece sen diye sevecek bu yüreğe çevir. Her satırımın bir masal olduğunu bil. Her nefes alışımı dua. Bana dönüp nerdesin diye sorma. Gögüs kafesinin üstüne koy elini ve gözlerini kapa.
Ben nefes aldığın yerde olacağım.
..
Zaman, ne yaşanacak kadar muhteşem,
Ne de ölüme koşacak kadar berbat..
�����
Ait olduğun yerde kal..
Sadece bir anahtar deliğindeki ışığa çevir yüzünü..
Gülümse sadece..
Varlığını sun..
Aitliğini değil�
Geçmişini, geleceğini bırak orada..
Bir masal ol içimdeki çocuğa�
Sakın sakın�
Suskunluğuma aldanıp bendeki seni yorma..
Sadece, gülüşlerini pencereden bırak..
Kim bilir o gülüşlerin bir gün umut olur bir yüreğe�
Masalım,
Kırık kanatlarını sar şimdi.
Sar ki;
Düşsüzlüğün içinde üşüyen bu yüreğe kanat ger..
Beni � bildiğim � kadar değil,
Bilmediğim kadar sev..
Git / Kapılarımı yüzüme gömerek
Hakkım helaldir artık / gidebilirsin…Ha unutuyordum az daha..Gitmeden içinde birikmiş nice yalnızlıkları savur yüzüme..Babamdan yadigar bırakılmış emanetine yerine getirememiş birisi olarak helalliğimi sardım beyaz duvağa, suratını benden uzaklara çevirebilirsin ..Kapıyı ardına kadar açık bıraktın..Gitmene ramak kalmış..Benim gözlerim artık sana yabancı..Daha fazla rehin kalma güneş girmeyen iki göz hayat evine. Babamın acısını daha saramamışken, bir de senin eksikliğin.. Gel de kendini benim yerime koy. Bir zamanlar dört kalp vardı penceremizin ardında..Ansızın yitirilince canlar, yama bulunmaz ki noksanlığına.. Bir gün gidecektin lakin bu kadar erken bu kadar çabuk beklemiyordum. Belki de sana kızgınlığım biraz da kırgınlığım bundandır; bize sırtını bu kadar çabuk çevirmen, bize bu kadar uzak durman…Hadi git / ben senden gitmeden…Git…
Bit / Gözlerimdeki “ Meleği “ öldürerek…
Git gide uzaklaştın bizden..Aynı evde iki yabancıyız biz. Bizi bize yaklaştıran bir duvar..Ötesi yok işte. Biraz da aynı işyerinde çalışmamız...Sana gitme demeye kalmadan seni başka kıyılara kulaç atarken gördüm..Hatırlıyorum da; sen diğer odada mutluluklara kanatlanırken, ben diğer odada içimdeki “ Meleği “ yüreğimin mezarına defnediyordum. İkilemin ortasında, sensiz kalakaldım öylece..Sen sevinçten ağlarken, ben “ bizi” kaybetmenin derinliğinde boğuyordum kendimi. Sen yeni bir hayata söz verirken ya da “ bize “ yabancılaşırken gözlerim kırmızı bulutlara takılıyordu..Düşen yaşlardan değildi oysa…Düşen sendin..Düşen avuçlarımdan meleğimdi…
-------------
Oysa sen daha küçücüktün.. Daha dün aynı bahçede koşuşturan, oyunları bozan ben olsam da hep “ abisine kıyamayıp her şeyi kabul eden “ Meleğimdin sen.Daha gözlerinde yabancılaşmamıştım ben..Şimdi kanatlanma zamanı mı geldi yoksa ben mi yaşlandım anlayamadım..Sus pus içim..İkilem içimdeyim..Küskünlüğüm sana değil; seni benden bu kadar çabuk alan kadere…Bu ayrılık nerden çıktı ey içimdeki melek ? Gitmene bu kadar az zaman mı kaldı ?
Ey küçük meleğim ne çabuk büyüdün sen ?
Beyaz duvağına gözyaşlarımı nakışlıyorum senden habersiz. Kabullenemiyorum gidişini, bizden bu kadar erken vazgeçişini..Daha ben ölmedim be meleğim, nereye kanatlanıyorsun ki..Ya ben ölürsem ve sen gidersen anneme kim bakacak ? Susma cevap ver…Bu kadar çabuk gitmen niye ? Önce babamız terk etti, sıra sende mi..Sen de mi gidiyorsun ?
Tüm bulutları kirpiklerime topladım, tüm yağmurları gömüyorum gözlerime..Gitme desem de gideceksin..Bu ayrılığı bize çoktan biçmişsin anlaşılan..Git hadi..Sana bir Cennet vaat edemeyen bizlere arkanı dönüp git..Dört kelimelik bir ailenin bir kelimesini daha yitirdik velhasıl..Kaldı iki kelime ve yarım kalmış umutlar..
Artık bizde kendini bir fazla hissetmektesin sen..
Vur kapıyı git..
Gitme desen de gideceksin..
Ne de yol yarılanmış..
Oysa bilirdim ki,
Melek’ler hiçbir zaman insanları terk etmezmiş..
Oysa sen..
Bize yabancı,
Bana göre yalancı bir sabaha kanat çırpmaktasın…
Ağlıyorum çünki,
Yangına giden kanatlarını gördükçe,
Bir serçe yüreğinin nazeninliği yüreğim
Kıyılara vuruyor delice…
Git/me Meleğim…
Gitme…
…………
Kim bilir bu satırların yazıldığından bile haberdar olmayacaksın..
Kim bilir bu yürek/ bu ömür,
Senin beyaz duvağını,
Cennete savuracak kanatlarını görmeye yetmeyecek..
Meleğim yuvasını terk etmeden,
Bu ten söz’e hüküm verirken sana son sözüm;
Kırsan da yüreğimi,
Mutluluklar ancak sana yakışır…
Çünkü sen benim mutluluğa ulaşabildiğim kanatlarımsın…
İçten nice mutluluklara Meleğim…
Canım kardeşim / Seni çok özleyeceğim…
Verdiğim Tüm Sözler Hükümsüzdür!
Kalp yorgunluğu nedir bilir misiniz? İçiniz üşür bazı geceler, tan vakti bir bıçak yarasının izi gibi, sızlar gönlün kabuk bağlamış yerleri. Bazen çok sevda artığından, bazen sadece yoksunluktan, kendinizi ruhun uçurumuna bırakıverirsiniz.
Verdiğim Tüm Sözler Hükümsüzdür!
Şu hayat denilen, kimine çok uzun, kimine kısacık bir an gibi gelen yolculuk; neden bunca yükü vurur sırtımıza? Hep acelemiz varmış gibi, telaşlı, üzgün, yorgun, az keyifli genelde mutsuz, içinde hep “daha” taşıyan bu koşuşturma neden? Daha zengin, daha mutlu, daha güzel, daha yalnız, daha çok ve bir dolu “daha” yüklü sıfatlarla örülüyor çevremiz.
Günler kendini tekrara başladı burada. Gönüllü yaşam mahkumluğu böyle olmalı. Geldik ya bir kere, tekamül etmeden dönmeyeceğiz. İyi ama ruhumun dayanacağı bir direk bulmak lazım. Elinde tuttuğu bir torba bile ağır gelirken insana, yüreğe basan bunca ağırlığı neyle taşımak gerekiyor?
Kalbin hasar almışsa bir kere, zamanla su alıp batarsın. Gemiler gibi işte! Hani deniz kıyısına çekilip, ölüme terk edilmiş, ileride parçalanıp başka işlerde kullanılacak demir yığını muamelesi gören gemiler vardır ya, işte onlar gibi, yüreği de kıyıya çıkıyor insanın bazen. Bakıyorsun, ileride başka bir iş için kullanılacak bir organdan öteye gitmiyor.
Bunları düşününce, dedim ki, bütün sözlerim geçersizdir. Attığım imzalar, verdiğim tüm yeminler, antlaşmalar, kontratlar, aşka dair ne demişsem sevdiğime, hepsi hükümsüzdür.
En azından dürüst bir duruş olur bu! Öyle ya, evlenirken söz vermemiş miydik? İyi ve kötü günde, hastalık ve sağlıkta yan yana duracağımıza; ben kendi adıma verdim. O zaman eşim olmak isteyen adam da aynı sözü vermişti. Boşandık, tüm sözler hükümsüzdür.
Aşkın en yoğun zamanında, bir gece yarısı sevişmesinin ortasında, daha terimiz soğumamışken, tenimize başka ten değmeyeceğine yemin eden bir adam da hatırlıyorum. Bana da aynı şeyi tekrarlatmıştı üstelik. Aklıma başka bir erkeğin kollarında olduğun geldiğinde bile çıldırıyorum demişti. O sözlere ne oldu peki?
Yeminler ve antların, aşkın bitişi ile bittiği yargısı çıkıyor ortaya, bu durumda, yapacak pek bir şey de yok gibi görünüyor. Aşk, var olduğu anın dışında yaşamıyor. Taahhütlerimi herkes kadar tuttum, herkes kadar bozdum.
Dün gece yarısı, etrafta sessizliğini korurken karanlık, çıkıp balkona bir sigara yaktım. Bu şehri seyrettim uzunca, ışık yanan evleri, uyumamış insanları, her yanan lambanın bir hayatın uzak işaretleri olduğunu düşündüm. Kaç yaşama tanıklık ediyorsa manzaram, o kadar sevda kırıkları dolu etrafım. Hepsi birisine, tutamadığı bir söz vermiş olmalıydı. Hatta, evliliğini, ilişkisini devam ettirenlerin bile, ilk zamanlar verdikleri yeminlere ne kadar bağlı kaldıkları da soru işareti yaratıyor kafamda.
Genetik olmalı, Adem ile Havva’yı hatırlayınca, Tanrı’ya verilen sözü bile tutamayan insanoğlu, kendi cinsine söylediğini ne kadar süre koruyabilir ki? Kafam bozuldu benim, verdiğim bütün sözler hükümsüzdür, hepsini ikinci bir emre kadar aşklarımın üstünden çekiyorum.
Bir daha hiç seviyorum demeyecek miyim? Elime başkası değemez, bir daha kalbimi kimse alamaz, seninim, ölene kadar gibi cümleler söylemeyecek miyim? Bunun cevabını şu anda vermek zor. Mantığım söylemem diyor ama ben aşkı görünce, hemen yolunu değiştirip, ardı sıra koşan deli kadının biriyim. Belli olmaz! Kaç sarhoş tövbe edip, tekrar içmemiş mi?
Kalbimi kıyıya çektim. Su aldıkça batışını izliyorum. Bu yüzden ettiğim hiçbir yeminin geçerliliği yoktur. Eski sevdaların da sözlerinin arkasında durup bakmıyorum. Şimdi, kim hangi gönülde bitmeyecek sandığı sevgisine yeminler ediyorsa, orada kalsın. Ben bir müddet daha, en azından yeni bir aşka kadar, kimliğimle birlikte hükümsüzüm!
Gönlümün sızısı sevdiğim!
Uzak Bir Kalbe Hasret Mektubu!
Ara sıra dilime şu meşhur türkü dolanıyor: “ Yine yakmış yar mektubun ucunu, sevda çekmek zor diyor…..” Kalbimin tam ortasına saplandı sanki bir hançer, geçen her gün daha çok acıtıyor.
Geldiğinde saksıya ektiğim çiçekler, tek tek solmaya başladı. Suluyorum, konuşuyorum, dayanmıyorlar. Gittiğini mi anladılar acaba? Onları bile hüzün bastı. Sen yoksun ya, bu ev yazın ortasında buz kesiyor. Seninle akıp giden saatler, düşmanım oldu. Zaman durmuş gibi, her sabah aynı güne uyanıyorum. Mevsim aynı, güneş aynı, benden başka değişen yok; yaşlanıyorum! Aynaya baktıkça gözlerimin solduğunu görüyorum. Bedenim yavaş yavaş çürüyor. O da vazgeçmiş olabilir mi yaşamaktan?Özlemek, ne büyük bir girdap! Düşüp içine boğuluyorsun. Üstelik çırpınmak sadece daha dibe batmama sebep oluyor. Ayrılık acısı zamanla geçiyor, biliyorum! Biliyorum da ne kadar sürecek, onu tahmin edemiyorum.
Her sabah gözümü açar açmaz aklıma düşüyorsun. Elim telefona gidiyor, belki aramışsındır veya bir mesaj yollamışsındır. Kimseyi beklemediğim vakitlerde kapı çalıyor. Kalp atışlarım hızlanıyor. Olur da gelmiş misindir? Heyecanlanıyorum! Hiçbirinden sen çıkmıyorsun.
Aşkın ortasında dolu dizgin yaşarken gurur olmuyor da, ayrılığın tam ortasında oturuyor. Bir arayabilsem, neler söyleyeceğim? Dönmeni isteyeceğim, boşuna ayrı kaldığımızı anlatacağım. Yapamıyorum! Hangimiz daha inatçıyız yarışına yeniliyor sevdamız.
Geceler çok zor geçiyor. Her akşam, tam senin arayacağın saatte, uyumuş olsam da kalkıyorum. Küskün bir bekleyiş çöküyor yüreğime. Kendime kızıyorum. Aramayacağını bile bile bekliyorum. Neden ayrıyız ki? Kime faydası var bu yoksunluğun? Başkalarıyla tamamlanıyor muyuz? Hayır!
Bu gece hava biraz serin. Evde misin, dışarıda mı? Sırtına bir hırka veren olmuş mudur? Üşütürsün şimdi, kimse benim gibi bakmaz sana! Yemek de yememişsindir, öylesine iki lokma atıp ağzına, bütün günü geçirmişsindir.
Bensiz daha mı mutlusun acaba sevgili? Huzurlu musun? Gidişim işe yaradı mı yoksa çanta gibi yokluğumu taşıyor musun omzunda? Aklına geliyor muyum hiç? Ara sıra bir hatıra kesiyor mu yolunu? Daha önemlisi beni anımsayıp gülümsüyor musun? Sen de benim kadar özlüyor musun sevdiğim?Bir an için kırsan inadını, elin telefona gitse, bir kuru merhaba demek için arasan, olmaz mı? Sen benden bu kadar kolay mı vazgeçtin sevgili? İçin için kızmıyor musun ikimize, bir sevdayı omuzlamayı beceremedik diye? Bir daha denesek ya, çok mu zor gururu bir kenara bırakıp dönmek? Sen de benim gibi bir ışık mı bekliyorsun acaba? Kalbimin sahibi, ruhumun dinginliği, çalsan şimdi şu kapıyı, karşımda görsem seni, ne güzel olurdu, bilemezsin! Dön desem, acaba döner misin sevgili? Son umudum şu mektubu okuyunca, acaba arayıp, “ben de seni özledim” der misin? Bizim hikayemiz daha yazılmadı ki sevdiğim, dönüp nafile cümleleri anılarımdan siler misin?
Sende Özlediğim Bir Şey Var!
Seni sevmek, çocukluktan kalan bir kokuyu yıllar sonra duymak gibi, biraz hüzünlü ve hasret yüklü bir tat bırakıyor tebessümlerde. Sende özlediğim bir şey var. Neyi özlediğini bilmezken insan, neyi sevdiğini de bulamıyor elbette!
Sende Özlediğim Bir Şey Var!
Uzun yıllar önce gittiğin bir şehri anımsamak gibi, sende özlediğim bir şey var. O yüzden tam olarak kopamayışım. Biriktirdiğim anılar az olsa da, içimde, derinlerde sana ait olan bir yer var. Kalbimin haritasında sınırlarını çizdiğim şehrim gibisin. Adı Van belki…
Önemli olan isim koymak değil, sende hasretini duyduğum bir şey var. Neresinden anlatsam olmuyor, tarifi mümkün değil. Umudum da yok artık üstelik, birlikte yaşlanma hayalleri kurmuyorum. Balkonda kahvemizi yudumlayarak, sallanan sandalyede iki lafın belini kıramayacağız gelecekte, biliyorum. İnadımdan mı bu tırnaklarımı geçirmek kollarına, yoksa bırakınca düşeceğimi bilmemden mi? Sen karar ver, aşk mı bu?
Dün akşam şöyle bir göz gezdirdim evime, senden ne kalmış diye geriye; öyle az ki! Birkaç kitap, solmaya yüz tutmuş bir resim, bir de elimde kehribar tespihin kokusu… Üstüne hikayeler yazmaya yetecek kadar çok olsa da, yaşadıklarıma doymaya yetmiyor.
Senden sonra daha doğru okuyorum satırları, yalnızlığımı sayende tanıştığım yazarlarla gideriyorum. Sigarayı azalttım ama değişime direnen bir yanım var, hala hesabı istemek için garsonlara sesleniyorum. Ve hala asalet, üstümde asil durmuyor. Yine horluyorum geceleri, en azından öyle olduğunu tahmin ediyorum. Senden sonra kimseyle paylaştığım bir uykum olmadı, soramıyorum.
Sende özlediğim bir şeyler var. Yağmurdan sonra çıkan toprak kokusuna, rakının boğazımda bıraktığı tada benzeyen, ismini koyamadığım ama sevdiğim bir şeyler var. Öyle olmadık zamanlarda geliyorsun ki aklıma, ruhum karışıyor. Salonun içine dalıyorsun rüzgarla gece yarısı, utanmadan yastığımı paylaşıyorsun, sokuluyorsun yorganımın altına, sığmıyoruz işte şu koltuğa, biliyorsun. Hayalinle kavga ediyorum anlayacağın, seni özlüyorum.
Sabah aynaya baktım, saçlarım ağarıyor. Sanki ellerim de kırışıyor ama daha zaman var diye öteliyorum. Güz de geldi zaten, yakındır karın yağması, görüşmesek de büyürüm, biliyorum. Zaten bir büyüsem, neler öğreteceğim sana ama saatimi kuramadım yıllara, ona üzülüyorum.
Aşk dolu şarkılar söyleyemez oldum. Hep hasrete, ayrılığa gidiyor dilim. Sınırı olmayan bir keder bulutu gibi savruluyorum öyle. Bu yalnızlık odasında, ayna bile kendine bakarak kırılıyor. Başkalarını sevmeyi deneyecektim aslında ama olmuyor. Sende bana ait bir şey var….
Ayrıldık!
Ayrıldık!
Sonunda huzura erdik mi? Ayrılmak için verdiğimiz gizli savaşı kazandığımıza neden sevinmiyoruz ki? İki ucundan tutup çekiştirmedik mi şu gariban aşkın? Oysa, bütün isteği kocaman gönüllerimizde küçücük bir yer bulmaktı kendine. Beceremedik, yazıklar olsun bize!
Herkesin yaptığı gibi suçu sana atmak işin kolayı ama yapamam. Madem ortada bir ayrılık var, benim de katkım olmuştur. Gereğinden fazla sevmek hatasına düşmüşümdür. İnsan yanımızı, egomuzu unutup, çok severek, aşkın denizini ayaklarının altına sermişimdir.
Gereksiz kıskançlıklar yapıp, huzurunu kaçırmamışımdır. Günde yüz kere arayıp nerede olduğunu sormamışımdır. Gözün güzel bir kadına kaydığında, kavga çıkartmayıp seninle beraber bakmışımdır. Sevap işleriz diye içimden tebessüm etmişimdir. Kendime olan özgüvenimi dış güzellikle kıyaslamadan, güzel olan her şeye bakılabileceğine inanmışımdır.
Çok fazla güvenmişimdir. Seven bir erkeğin aldatmayacağını, başka bir tene dokunmaktan utanacağını, benim de aynısını yaptığım zaman düşeceği durumu düşünerek asla sadakatsizliğe yanaşmayacağını düşünmüşümdür.
Geç geldiğinde surat asmamışımdır. Her zaman şık ve bakımlı karşılayıp, saat kaç olursa olsun önüne bir sıcak yemek koymuşumdur. Günün nasıl geçtiğini sorup, söylediklerini gerçekten dinlemişimdir. Ailenle arana girmeye kalkışmamışımdır. Dostlarınla görüşmene, erkek gecelerine itiraz etmemişimdir. Kafa çekmeye gittiğin akşamlarda, saat başı arayıp ne zaman geleceğini sorarak arkadaşlarının yanında, seni zor duruma sokmamışımdır.
Bir sıkıntım olduğunda, konuşmak için doğru zamanı beklemişimdir. Maçın ortasında televizyonun önünden geçmemişimdir. Hata, seninle aynı takımı tutmasak da yanında oturup izlememe rağmen, ofsaytın ne olduğunu anlatmanı istememişimdir.
Yatak odasında tekdüzelikten kurtulmak için sürekli yeni fanteziler geliştirmişimdir. Her aradığında telefonu açmış, sevdiğim insanlarla seni tanıştırmış, evimi ve ekmeğimi bölüşmüş, kavga ettiğimizde uzun süre küs kalmamışımdır.
Ben de bu ilişkide birçok hata yapmışımdır. Bittiyse ikimizin de kusurları vardır. Ben üstüme düşeni alıyorum. Hatta, en büyük kısmını yükleniyorum. Ben bir erkeği, erkek olduğunu unutarak gereğinden fazla sevmişim, suç benim, affedersin!....
Anlat Hadi
Yüreğimin sana söylediği..
BİTTİ.
Kelimeler, cümleler isyanlarda şimdi..
Harflerin hiçbirisi yerinde değil,
Bütün harfler bir başı boşluk içinde
Dolaşıp,duruyorlar ortalık yerlerde....
SON SÖZÜ !
Yazmaya elim varmıyor.
Tepeden tırnağa kanter içindeyim
Hem gökte-hem yerdeyim!
Nikotin yüklü sigaramı bile
Parmaklarım sarmıyor...
SON SÖZÜ !
Söylemeye dilim varmıyor.
Bu son şarkısıydı
Yüreğimin sana söylediği
BİTTİ.
Anla işte, zifiri saçlım ..
Anla beni zifiri gözlüm.
Nar çiçeği yüzlüm..
Papatya gözlüm
Ne olur anla beni.....
Bir rüyadaydık, seninle ikimiz.
Uyandık !
Bir masaldı yaşadıklarımız,
Masallarda kaldık !
Bu son şarkısıydı
Yüreğimin sana söylediği..
BİTTİ.
Meğer, ben seni ne çok sevmişim !
Cümle aleme anlatmışım da
Kendim geç anlamışım !
Ne olduysa..
Nasıl olduysa..
Kim ne söyledi-ne yaptıysa...
Neyse ne !!!
BİTTİ.
Sen,
Herşeye rağmen,
Sakın gelme,
Bana gelen bütün yollarıma
Kahır mayınları döşedim!
Gönül peronumdaki bütün otobüsleri yaktım.
Sakın gelme,
Hava bozuk..
Fırtınalar kopuyor HATAY sokaklarında..
Her yer sis içinde-göz gözü görmüyor..
Bütün uçaklar pistte bekliyor..
Sakın gelme,
ALSANCAK GARI'ndan hiç bir tren kalkmıyor.
Özlem yüklü raylar, yoldan çıkmış
Vagonlara, geçip giden, gençliğimi yükledim
İstasyonda öylecene bekliyor...
Sakın gelme,
Kimselere sorma beni...
İZMİR'de kimse tanımaz,
Hiç bir kimse bilmez beni.....
Sen
Her mevsim baharsın.
Kelebekler kadar narinsin.
Çiçeklerle süslü günler senin için..
Aydınlık geleceğin var.........
Ben bir mum ışığıyım.
Seni aydınlatamam!
Bir bakışınla sönerim.
Bundan böyle seninle olamam..
Seninle kalamam.
Ben senin yarının olamam.
Bu son şarkısıydı,
Yüreğimin sana söylediği..
BİTTİ.
Hadi anlat yeniden bana verebilecegin sahte askin , sahte savunmasini...
Anlat
Tertemiz gecelerimi nasil kirlettigini
Dalinda daha acilmamis güldüm Nasil kirli ellerinle koparip aldigini
Susma Devam et...!
Anlat Hadi
Benim gercek sanipta senin 3-5 saatlik askimin eglencesini
Gayri meshur aski(nin)mizin legal cocuguna düsük yaptigimi
Susma...
Anlat
Herseyi Bilsinler...
.
.
.
Peki Ben!
Ne anlatabildim seninle yasadiklarimi
Nede inandirabildim kendi kendime sensizligi
Kahrettim gecelerimi
Agladim
Ve arasirada olsa Güldügüm Oldu
O yasadagi(m)iz sacma seylere
yada
Yasadigimi sandigim/inandigim herseye
...
ve sen yine felaketim olursun bazi gecelerde bazi sözcüklerce
Ve sen yine yüregim olursun bazi gecelerde bazi sessizligimce
Ne cok sigara dumanindadir artik hayaller
Beni kalbimde aramayi neden biraktinki sanki
...
Sevdasindan yorulmus bir yürek gibi
Yüreginden kurtulmak istercesine
/Bana siirler yazdirma/
Yazik yüreklerin bedellerini hep siirler öder zaten
...
Simdi bir keman sesi ekliyor yüregim
Yanlizligim nane siddetindeki sensizligine
Hadi Git
Siirim benim ,
Ellerinde Yüregim
Ölümü özler artik Gözlerim
Hadi Git
Ya ölmek Ya öldürmek istiyorum....!!!
İçimdeki cocuk ağlıyor hiç durmadan..Susturamıyorum sus diyorum zaten kimse duymuyor seni duysada ilgilenmiyor
Sus!
Gücümü yitiriyorum sessizce odama çekildiğim gecelerden birinde üşüyorum yine ve sarıcak kimse yok biliyorum..Yarimin yanımda olmadığı hatırladığım geceler daha bir üşüyorum..
Bunu bilmenin hüznüyle bi kez daha kaybediyorum gücümü ama belli etmiyorum kimselere..Canım acıyor sızlıyor kanıyor kahroluyorum
Derdime çare bulamıyorum kimse bulamıyor ne kadar sert olursam oluyım artık bu fırtınalara dayanamıyorum...
Eskiden olsa sığınıcak birilerini arardım ama artık hangi limana sığınsam onlarda güvensiz biliyorum..İlk kasırgada atıyorlar adamı dışarı.
Artık çaresiz ve yalnızım belkide hiç gücüm kalmadı...
Etrafımdaki herkez susmak fiilini kullanıyor bense bağrıyorum avazım çıkana kadar yok yine kimse duymuyor öfkeleniyorum,
Yalnızlığıma çaresizliğime sinirleniyorum..
Hayır ben güçsüz değilm ben yenilmicem ben kaybetmicem diyorum...Ama yinede olmuyor artık dayanamıyorum..
Ya ölmek Ya öldürmek istiyorum....!!!
24 Ağustos, 2009
Seni ben değil, kendin yordun.
Seni ben değil, kendin yordun.. hayallerimizin büyüklüğüydü seni korkutan.. benim aşkımdı senin kaçmana neden olan
Yapamam mı sandın? Yaşayamam mı sandın? Yaşadım.. ama bir de bana sor.. sensizken de yaşadım ben, nefes alışımın sebebi sendin, olmasanda sebebim değişmedi, sadece daha geç, daha zor, daha acı soluk aldım, yandım ama yaşadım.. birgün döneceğini bildiğim için..
Şaşırmadım.. döndün..
Ama gene gideceksin, biliyorum..
Bu sefer hazırım..
ümitlerimi kestim, yapboz yaptım! ben yaptım sen bozdun!
Her gece
Kırgınım aslında, kızgınım
Hayır sana değil; Seni kırıp üzen şu aptallığıma
Ne olursa olsun! Zamanım da mekanım da değişmiyor.
Hep her zaman aynı yere çıkıyor bütün yollar; Sana!..
Uzun zaman oldu içimdeki maviler donalı.
Kendim seçtim sevdayı tek başıma yaşamayı.
Yalnızlığımın sorumluluğunu taşıyacak kadar da yürekli olduğumu
düşünür ve söylerdim herkese gururla.
Geceler sancı olur işlerdi içime ama yüreğimde yaşattığım
sevdamı düşündükçe,içime yayılan sıcaklık
alıp götürürdü tüm sancılarımı...
Ne kadar zamandır böyleyim,ne kadar zamandır en yakın dostum
özlem,hatırlamıyorum. Sanki zaman durdu.
Evet özlüyorum ve özlemeyi de seviyorum.
Çünkü özlemin içinde aşkım, mutluluğum, umutlarım var.
Gidenlerin ardından ağıt yakmamayı öğreneli çok uzun zaman oldu
ama sen bambaşkaydın. Kimseyi senin kadar sevmemiştim ki.
Seni birine anlatmaya kalksam sözcükler yetmiyor,
kelimeler acizleşiyor.
Neye benzetsem, hep bir yanın eksik kalıyor...
Gülemiyorum artık?
En iyi yapabildiğim şeyi kaybettim?
Aslında önce seni ve senle birlikte herşeyimi kaybettim.
Yanımda yoksun.Olsan sarılırdım sana sıkı sıkı.
Bırakmazdım, sıkılır, bağırır çağırırdın ama
ben biraz daha fazla sarılırdım sana.
Biliyorum benden bağımsızdın, hiç sahip olamadım sana.
Olmakta istemedim aslında, çünkü hep yanımda olacaktın...
Ya da ben öyle sandım...
Dinlediğim her şarkıda, her yağmurda ıslanışımda,
dalgaların kayalara çarpışında, her nisanda ve her eylülde,
sen yeniden gidiyorsun benden.
Ben bu ayrılışların acısını yaşarken,birgün gidebileceklerini düşünerek,
kimsenin gelmesine izin vermiyorum
Sana ilk satırlarımı yazdığımda, yine mum ışığı vardı odamda.
Soğuk, beyaz bir defterin her şeyi hayale dönüştüren sayfalarında,
ilk kez seni yaşamıştım.
Şimdi uzun yağmurların ardından yine mum ışığıyla dolu odamda,
yine ve hala sana yazıyorum. Çünkü ben her hayal kırıklığım,
her duvara çarpışımdan sonra hala sana dönüyorum.
Ortasından kopartıldığı için hiçbir zaman
sonu gelmeyecek günlerimize dönüp,hala seni arıyorum.
Çünkü hala seni ...
Gel diyemem sana,
Gelme hiç diyemem..
Rüyalarımda görmeyi özlediğim yüzünü nasıl olurda bir gün benden alırsın. Sevdiğini söyler gidersin... Söyle bunu nasıl çözersin... Sen olsan neyi seçersin... Ben sensizliği seçmemiştim oysa, sen bana sensizliği vaadettin.
Göremedin sevgimi,
Ezdin geçtin hislerimi..
Yetermi bir hayal mutluluğa, Umudum yetişir imdadıma. Baktığım her yerde gördüğüm suretini aldın mı yoksa benden, neden yoksun bakışlarımda...
Geldin..
Gelme diyemem...
Sevme hiç diyemem...
Senin kadar sevilmemişti hiç bir şey bu hayatta. Mutlu olmak isterken seninle, mutsuzluğu layık gördün bana.. Çıktın karşıma bir anda, Öyle bir anda gittin hesapsızca. Gitmek yakışmadı sana! sen gitme.. Gitmek istediğin yerler gitsin.. Varma bensizliğe, bensizlikte en az sensizlik kadar yorar bu aşkı. Yorgun aşk dinlenmeye giderse bir gün.. Bizsiz bir yerlere. Başka bir kalbe başka bir göze başka bir hayata.. Dönmez geri!
Sana seviyorum diyemem...
Sevmiyorum hiç diyemem..
Vakit geçiyor işte yine, saatimi kırdım bu gün, hissetmek istemiyorum bile zamanı. Dünya durdu diyemem, haksızlık edemem yaradana. Sen yoksun diye hayata bomboş bakamam. Gidenlere bakmıyor hayat, dönüyor işte yine durduğu yere kadar gidiyoruz sonsuza..
Aşk sensin.
Sen aşksın.
Gittiğinde, döneceğini hiç söylememiştin. Bilmiyordun.. Dönmeyedebilirdin..
Neden döndün diyemem..
Döndün hoşgeldin hiç diyemem..
Bıraktın, sevgimi aşkımı umutlarımı! Bana seni sensizliği öyle bir tattırdınki, öyle kaldı yüreğim.. İşte ikiside gitti bir anda..
Gitmeee!
Eğer döndüysen bir daha sakın Gitmeee!
Git diyemezdim.
Gidiyorum hiç diyemezdim..
Bir daha asla! gitme....
19 Ağustos, 2009
Seni seviyorum işte
Ne garip değil mi? Sen yoksun ama ben senli hayaller kuruyorum. Senli sohbetlere dalıyorum. Neredesin, ne yaparsın haberim yok. Bildiğim tek şey yokluğunda bulduğum seni. Sonra seninle sohbete başlıyoruz. Geçmişten, gelecekten, yaşamış olduğumuz acılardan ve yaşayacak olduğumuz güzelliklerden konuşuyoruz. Bir ara gözlerine takılıveriyor gözlerim. Susuyorsun ve beni de susturuyor bakışların. Ve yine beynimdeki tüm sözcükler siliniyor göz bebeklerinin derinliğinde kelimelerim kaybolup gidiyor. Yaşadığım, yaşadığın tüm acılar silinip gidiyor. Masum bakışların ve suskunluğun kalıyor bana
Çok şey istiyorum değil mi? Senin için imkansızı.Bana gelmeni,yüreğimi sevmeni yeniden..Düşüncemde beliren sohbetleri gerçekleştirebilmeyi.Ve daha bir çok şeyi.Oysa öyle güzel olacaktı ki.Sevmenin güzel bir duygu olduğunu senin için yaşadığımı tattıracaksın bana.Sonra da sevilmenin ne demek olduğunu yaşatacağım sana
Ama nafile hep sustun,sustun .O kadar eminim ki senin artık dönmeyeceğinden.Biz istesek de mutluluğu yaşatmayacaklarından.Sohbetlerimizin gerçekleşmeyeceğini çok iyi biliyorum.Yüreğini susturacağını.Yüreğimi susturacağımı..Sevdamızı susturacağımızı .
Geceme yağmur ve sensizlik hakim! ...Köşeme çekildim başımı ellerimin arasına aldım.Ve suskunluğunu dinliyorum Çünkü benim için suskunluğunun adı artık sevda.
Seni seviyorum işte
Ne garip değil mi? Sen yoksun ama ben senli hayaller kuruyorum. Senli sohbetlere dalıyorum. Neredesin, ne yaparsın haberim yok. Bildiğim tek şey yokluğunda bulduğum seni. Sonra seninle sohbete başlıyoruz. Geçmişten, gelecekten, yaşamış olduğumuz acılardan ve yaşayacak olduğumuz güzelliklerden konuşuyoruz. Bir ara gözlerine takılıveriyor gözlerim. Susuyorsun ve beni de susturuyor bakışların. Ve yine beynimdeki tüm sözcükler siliniyor göz bebeklerinin derinliğinde kelimelerim kaybolup gidiyor. Yaşadığım, yaşadığın tüm acılar silinip gidiyor. Masum bakışların ve suskunluğun kalıyor bana
Çok şey istiyorum değil mi? Senin için imkansızı.Bana gelmeni,yüreğimi sevmeni yeniden..Düşüncemde beliren sohbetleri gerçekleştirebilmeyi.Ve daha bir çok şeyi.Oysa öyle güzel olacaktı ki.Sevmenin güzel bir duygu olduğunu senin için yaşadığımı tattıracaksın bana.Sonra da sevilmenin ne demek olduğunu yaşatacağım sana
Ama nafile hep sustun,sustun .O kadar eminim ki senin artık dönmeyeceğinden.Biz istesek de mutluluğu yaşatmayacaklarından.Sohbetlerimizin gerçekleşmeyeceğini çok iyi biliyorum.Yüreğini susturacağını.Yüreğimi susturacağımı..Sevdamızı susturacağımızı .
Geceme yağmur ve sensizlik hakim! ...Köşeme çekildim başımı ellerimin arasına aldım.Ve suskunluğunu dinliyorum Çünkü benim için suskunluğunun adı artık sevda.
15 Ağustos, 2009
Can ne?
Ölmek bir nebze güzel de yok olmak ne?
Aşk ne?
Sevgi ne?
Körü körüne yanmak var da kül olmak ne?
Tohum yoktu ilk başta…
Bir çiçek dalındaydı belki,yada bir rüzgarın dönüm noktasında…
Kalp önce kurak bir topraktı…
Ellerim uzandı bir an ve eşeledi yoksulluğa dair ne varsa…
Yandım çöl kuraklığından…
Bir haber saldım sonra gözyaşlarıma..
“Gel de biraz dindir susuzluğumu!”
Deli divaneydiler sanki…
Çağlayan gibi akmak, doyurmak istediler kalbimi…
Gelmediler…
Eksik olanı onlar da fark etti…
“Bu kalbe en acılısından,en yakanından bir aşk doğmalı…
O zaman akar su gibi,nisan yağmurlarını kıskandırırcasına geliriz.” dediler…
Kalbim can havlinde…
Yer, gök sarsılıyor…
Belâ’m gel!
Bir dem’di ki; hiçbir yar benzemeyecekti senin gözlerine…
Kâinat kurulacak, Âdem dünyaya ayak basacaktı…
Geldin mi ey aşk!?
Hani o beklediğim, hani kirpiklerimde adını sergilediğim sen misin?
Sözüm söz, belâ’msın!
Sadığım sana, unutmadım seni, unutmadım o kutlu yemin’i…
And içtim aşkına yana yana…
Bir damla su aşkına aşk koydum can kabıma…
İnledi durdu yar, yar diye diye…
Sus dedim, sus!
Toprağa düşsün ilk cemren…
Tohum filiz versin sürülen kalbinde…
Aman demeden bastır şu tuzlu gözyaşlarımı köküne köküne!
Bırak da aşk kanasın yaralarım…
Ahir zamandır, bilmez misin?
Dur, dokunma da görünsün gösterişsiz ömürlük aşkın!
Cihanı sarsın bu sen kokusu…
Bir nefeslik nasiplenenler cennete hasretle yansın, öyle bir aşk istesin ki gönülleri o hasreti vuslat ile tamamlasın!
Yar demeden olmaz ey!
Aşk olmazsa yar yok!
Sen çevir yüzünü de bir bak!
Ah deli gönül!
Bakmak yetmez, gör cevheri ezelde saklı tutulan belâ’nı…
Şuh vaatler sunmam sana…
Sitem etmem yüzümü görmeden tokadı vurana…
Bilmez derim, bilmez…
Bilse yapmazdı, baksa anlardı, görse aşk çarpardı onun da yüzüne…
Korku büyük olur ve aşk’sız kalışıyla yas’a boğulurdu…
Feryat, figan istemez ey!
Sen dur sözünde!
Neredeysen gel şöyle kalbime…
Acımadan ek aşkını, sula gözyaşımla ve sonra biç acılarımı…
Ben dayanırım aldırma!
Hiç’lik vardır serde…
Aşk bekler beni ahirde…
Belki bir kaldırım kenarında, belki bir martı kanadında, ya bir damla su’da, ya da bir eylül akşamında…
Aşk bekler beni ey, ne olur sen dokunma!
Şu musalla taşı beyazsa ağlama!
Usul usul tazelik sunar bedenime o soğuk taş…
Buhara sokaklarında dolaşır sanki yorgun ayaklarım…
Bölük bölük insanlar geçer…
Hamallığını yaparım bir tren yolcusunun…
Hasret, özlem, anı acı…
Ne varsa yüklediği bavuluna, ben de yüklenirim omuzlarıma…
Düşünmedim ey!
Ki; aşk geçmiş midir bu insanların içinden?
Hiç duraksamadım, hızımı kesmedim ve benliğimi benden söküp götüren o aşk’ı kimselere vermedim…
Bekledim, sevdim, sahiplendim…
Nefessiz bıraksa bile vazgeçmedim…
Sen, sen şimdi usul usul bak bana…
Buharı silinmesin gözlerinin…
Sesin titresin, harfler çıkmasın bir anda…
Öyle bir sus ki duyayım içinden geçenleri…
Öyle bir gör ki beni, “aşk” de sadece…
Gel yar!
İkinci cemreni düşür gözlerime…
İnci tanesi gibi dökülsün gözyaşlarım…
Avuçlarımdaki yok/sul/lığunun izlerne sadakan olsun bu cemre…
Bayram etsin çocuksu ellerim…
Yar, öpeyim sonra alnındaki yazgıdan…
Kutsal kitabım müjde versin bu aşk’a…
Zaman’a uyak düşen yaşanmamış sevmelere inat yaşa bağrımda…
Ah yar!
Ben aşk dedim senin adına…
Sen şimdi üçle şu cemreleri…
Son olmasın ama var sen bunu düşür ruhuma!
Ruhun aşk’la boyandı!
Çileler elini, eteğini çekti…
Yar güldü/r yüzümü yar!
Perdeler kalktı…
Yer, gök neredesiniz?
Dağlar, taşlar, canlı, cansız bütün varlıklar!
Sesleniyorum size!
Ruhuma cemre düştü eyy!
Siz ki hep hor baktınız, cemresiz diyerek…
Ya şimdi…
Bakın, ama siz bedenimden gayrisini göremezsiniz ki!
Ruhum diyorum, ruhum!
Hani şu belâ’sı olan…
Hani şu dar kalıplara inatla koyulan…
Bir gölge’nin esaretiyle kafeste aşk’sız kalan…
Bir bilinmezin acımasızlığıyla ah edip suskun kalan…
Ruhum işte, ruhum!
Aşk diye bir cemreyle duçar oldu…
Ey dağlar!
Siz dayanamazsınız bu vuruşa…
Yar, bana yar etti…
“Yan kulum” dedi, biraz daha yan!
Mum ki kendi alevinde eriyerek var oldu yana yana…
Şimdi ben de mum gibi kalıyorum yangınımla baş başa…
Ki; ben bende kalayım, ben bana yanayım…
Ben eridikçe aşk olayım, aşk diyerek O’na varayım…
Yol uzasın dar ve uzun…
Körüler kurulsun tek yönlü…
Bir gidiş O’na oldukça, bin geliş O’ndan olsun bu garip canıma…
Hüzünle demlediği kalbim sussun…
Adıyla aşk’ını koysun sol yanıma…
Bir Züleyha, bir Leyla değil, bir Zehra aşk’ı dönsün bu değirmenin çarkında!
Ruhuma cemre diye doğ sen ey aşk!
30 Temmuz, 2009
Zamansız geldin aklıma.
Oysa ben seni tamamen çıkarmıştım.
Bilirsin davetsiz misafiri sevmem.Ama sen baskasın...
Canımı yaktın farketmedin.Bu hoşuna da gidiyor olabilir.
Beklemiyordum seni..ne mantıken ne de duygularımla.
Hiç birseyimle beklemiyordum seni...
Hem artık geceleri de ağlamıyordum.Sonra her baktığım da sen olmuyordu.Canımda yanmıyordu.Hatta yüzümde tebessümler belirmeye baslamıstı..
Yani kısaca SENSİZLİĞE alısmıstım.Sensizlik kaç harfliydi sayamadım.
Dün radyoda şarkınşarkım[sarkımız] çaldı.
Yüzümde özlemeacıya dair bir tebessüm belirdi.
"Niye çalıyorlar ki bizim sarkımızı " dedim.
Ama kapatmadımdinledim...
Dinledikçe biraz daha girdin aklıma ve kalbime...
Sonra seni yine çıkarıp atmak istedim ellerim titredi...
Lanet olsun deyip sıktım yumruklarımı.
Sen ellerini ellerimden çekip arkana döndüğünde peşinden önce kalbimsonra aklımsonra bakışlarımellerim ve sonra...
Yani kısaca bütün benliğim terk etti beni..Bana kala kala çırılçıplak bir beden kaldı.
Herşeyden Arınmış ÇIRILÇIPLAK bir beden...
Artık yine geceleri ağlıyorum...
Yine baktığım herkes sen oluyor...
Yine yüzümde acı ifadem...
28 Temmuz, 2009
Aşka Atılmış Son Kurşunum Sendin!
Basit bir ayrılık değil bu, bir zaman sonra sızısı geçecek kalp ağrılarından bahsetmiyorum. Bir ömrün tam da ortasına döktüğün, koyu, siyah bir zift anlatmaya çalıştığım. İnsan her duruma alışabilir. Yokluğu, yoksunluğu kanıksar, alışkanlıklarını değiştirebilir. Ancak elinde duran son değerli duygusunu kaybederse ne yapar?
Sende her şeyi nitelikli kılan, farklı olduğuna inanmamdı. Benim inanmamın ötesinde, senin buna canı gönülden inandığını düşünmemdi. İnsan söyledikleri ve yaptıkları ile bir bütün oluşturduysa, kendini saymalıdır. Yoksa dileğince ahkam kes, anlat anlatabildiğin kadar, kendine karşı duruyorsa yaptıkların, çelişki yumağından başka ne görür karşı taraf?
Aşk gibi kutsal ve mucizevi bir hissin altına imza atmadın mı söylemlerinle? Hani aşk dediğin anlamaktı? Sen hiç kimseyi anlayabildin mi? Bunca bencilliğin arkasına geçip, kendinden başkasına bakmadan yürüdüğün yol, sevdaya yakışır mı? Sen, kelimelerden oluşmuş bir adem oğlusun. Kapağını açınca içinden kıyafetler fırlayan bir dolap gibi, seni açtığımda içinden sadece sözcükler çıktı. Hani bir laf vardır ya, “hocanın dediğini yap, yaptığını yapma” diye, işte sen en güzel bu cümleyle anlatılıyorsun.Kaybedilmiş bir aşk değil bizimki, kaybolması zaten bekleniyordu. Fakat kırıp parçaladığın şey, bir kadının aşka ait son kurşunudur. Bundan sonra ne olacak? Sen de böyle bozuk çıktıysan, üstelik eleştirdiğin o erkekler ve kadınlardan bir ayrıcalığın kalmadıysa, ben kime ve neye güveneceğim?
Yüreğimdeki şu bıçak kesiğine benzer acının sebebi, basit bir sevda ayrılığından kaynaklanmıyor. Hayal kırıklığı bu düpedüz, isyanım seninle yaşanılanlara değil. Tutunduğum, yaslandığım bir değere zarar verdin. Buna kahrediyorum. Şimdi ben neresinden yakalayayım aşkı?
Kızgın değilim, öfkeli hiç değilim, tam da tersi yine bir şey öğrendim yaşadıklarımdan diye, buruk bir tebessüm bile oturttum dudağıma ama silip, baştan başlamak gerekecek. Asalet bende kalsın, şanıma yakışmaz arkandan söylenmek. İyisi, kötüsü ne kalmışsa paylaştıklarımızdan cebimde, hepsi önemlidir. Mutlaka cümlelerin olmuştur öğrendiğim, bir kitap, belki bir yazar, hatta yeni bir yol eklemişsindir yürüdüğüm şu hayat seyahatine, sadece onlar için dahi bir teşekkür hak etmektedir ilişkimiz. Teşekkür ederim!
Şimdi, yeniden başlayacağım sıradan olmayacak bir maceranın kapısında dururken, düşünüyorum da, asıl başarı, bende yarattığın hayal kırıklığına rağmen, aşka inanmaya devam etmek olacaktır. Ben nelerin içinden geçmiş, hangi yüklerin altından kalkmış bir kadınım, sanırım bunu da hallederim. Sen de geçip gidersin diğer yağmurlar gibi, kimin anısı sonsuza kadar aynı renkte kalmış? Bir yerlerde doğru, gönlüme göre, aklımı kesen, ruhumun seveceği bir adam vardır elbette, buna inanmadan sabaha uyanmayacağım. Aşka inanmaya ve tutunmaya devam edeceğim, sana rağmen!
Ben galiba gidiyorum sevgili, içimde bir garip hüzün var. Sanki ne yapsam olmuyor gibi hissediyorum. Seni severken, üstelik senin de sevdiğine inanırken, nasıl beceremedik bu işi bilemiyorum ama sanırım ben gidiyorum.
Seni Benim Dualarım Korur!
Ellerimin sana dokunmadığı bir dünyada yaşamaktan, yalnız sesini duyarak kısıtlı vakitlerde mutlu olmaya çalışmaktan, bedenini ve aklını yanımda hissedememekten yorgun düştüm. Kurduğum bütün hayaller boşuna, hiçbirini gerçekleştiremiyorum, etrafı sularla çevrili yalnız bir ada gibiyim. Arada bir konan kuşlar da olmazsa, içimde yaşayan bir nefes kalmayacak.
Sabretmeyi öğrenmiştim ama bu kadarı beni bile aşıyor. Taş olsa çatlardı diyorum. Zor demek ki aşkı gerçekten yaşatmak, ben beceremediysem özür diliyorum. Biliyorum, sevgi anlamaktır ancak sürekli anlayan taraf ben olacaksam, o zaman aşk da sadece bana ait olmaz mı? Bu durumda aşkımı da cebime koyup gitmek gerekiyor, sanırım vakti geldi, gidiyorum.İçimde hiçbir kırgınlık taşımadan, sadece iki kocaman insanın beceriksizliğine kızarak, şu minnacık yüreklerimizi bir arada tutamayışımıza içlenerek zaman zaman, inatçılığımızın sonunda ikimizi de köprüden düşüreceğini söyleyerek üstelik, yoksunluğumu hissetmediğini anladığım için, gitmeye hazırlanıyorum.
Rüzgarda çarpan kapılar gibi, sürekli kendime çarparak yaşamaktan sıkıldım. Madem bunca yalnızlığa asılı kalıyorum, o zaman senin yaşamında bir yer işgal etmenin de anlamı yok diyorum. Zaten bensizliğe talimli hayatında eksilen ne olabilir ki?
. Nasılsa merak etmezsin, gidişim sende neyi değiştirir ki,
Yüreğim öyle yorgun ki tahmin edemezsin. Senden önce de birikmiş vurgunlarım var zaten benim. Daha onları yeni temizlemişken, bir başka acıya tahammül etmemek için gideyim diyorum. Bana da alıştırdın ya sensizliği, ayrılığı da yadırgamıyorum demek ki!
Ben galiba gidiyorum sevgili! İçimde bitirilmemiş düşlerim, cebimde seninle kurulmuş hayallerim, bir türlü anlatamadığım sevgim, beceriksizliğim ve her yanında ismin yazan kalbimi elime aldım, gitmeye hazırlanıyorum. Arkamızdan kimsenin söyleyecek sözü yok. Dedikodumuzu da yapamayacaklar. Kim ne biliyor ki? Benim anlattıklarımdan başka, senin dünyanda beni tanıyan bile yok. Yani, bu ayrılık seni vurmayacak. İçimde biraz burukluk olsa da, nefes aldığım sürece seni aklımın, kalbimin bir yerinde tutacağımı biliyorsun. Nerede ve kiminle olursan ol, hangi derdin içine girmiş olsan da, merak etme seni dualarım koruyacak. Bundan eminim çünkü seven bir kalbin ettiği güzel dualar, bu koca evrende kabul göreceği yere ulaşacaktır. Artık vakit geldi ve ben galiba gidiyorum sevgili, ama sen dur dersen….
Tüm ruhum kesiklerle dolu, gördüğün kan değil, ruhumun gözyaşları. Yara bere içinde bir aşk savaşçısından fazlası olmayan kalbimle birlikte dayanmaya çalışıyoruz, kendini tüketmeye uğraşan şu koca dünyaya.
Büyük Aşklarım Nerede?
Neden çaresi bulunmuyor, yıllarca gönülde biriken acıların? Her tecrübeden yenilgiyle çıkmadım elbette, ama çoğunda gururlu bir malubiyet satın aldığım doğrudur. Kaderin önüne geçmeye çalıştığımda, büyük hayal kırıklıkları biriktirdim. Koleksiyona doğru gidebilir hatta, ertelediğim ve elimde kalan düşlerim.
Kimseyi kendimden daha fazla üzmedim, en azından bilerek. Kendimden fazla zarar verdiğim insanlar da olmadı ama çoğunu içimdeki benden çok sevmişliğim vardır. İşin trajik tarafı, en çok sevdiklerimden darbe almış olmamda saklıdır.
Şimdi senin, sadece gözlerinle bakarak gördüğün, bir bedenden öteye var edemediğin bu kadın, gülümsemelerinin ardında çok kırılmışlıklar gizledi. Kimseye göstermeden, üstü örtülü kahredişlerini, makyajının altında uyutmuşluğu çoktur. Sesinin titremesini duymasınlar diye, şen kahkahalara boğulduğunda, kim bilir kaç bakış, hafif meşrepliği sıfat olarak yapıştırmıştır arkasından?
İçten bir kucaklamaya, candan bir tebessüme, sahiplenilmiş bir sevgiye olan açlığımla, sokaklar boyu yürüyerek, kalabalığın arasında kayboluyorum. Fark etmesinler istiyorum. Birisi, sadece bir kişi bile gözlerime bakar da anlarsa içimdeki aciz yanı, daha çok yıkılırım gibi geliyor. Güçlü duruşumun, dilimdeki küfürlerin, belki heybetli ve asla kadının zarafetine yakışmayan kaba yürüyüşümün ardında gizlediğim halim, kırılganlığımı korumaktan başka bir şey olamaz.
Zaman zaman boş vermek geliyor içimden. Yeni gelecek acılardan korkarak yaşamak, aslında yaşamak mıdır diye düşünmüyor değilim. Zaten en ağır ve koyusunu görmüşsem gecenin, bundan böyle gelecek olan, gönlümün tadını bildiklerinden biri değil midir? Öyle olmalı ama ya değilse?
Kendi ağırlığımdan fazla çekerdi, aklımdaki düşünceleri tartmaya kalksam. O yüzden çok yavaş hareket edebiliyorum. Bir yerden, başka yere geçerken, bedenim gidiyor fakat bir bakıyorum, ruhum ve aklım oturmaya devam ediyor. Dönüp almak lazım, dönemiyorum. Boş bir çuvaldan ne farkı var ki içinde akıl ve ruh taşımayan bedenin? Bunların hepsi belki de bilinçaltımın şakalarıdır. Ama senin gördüğün şu kadının içinde kıyamet yaşanıyor.
Etrafımı izliyorum, kadınları, erkekleri, doğayı, gündüzü, geceyi, hayvanları, hep bir koşturmaca var. Kim kimin arkasında, yanında duruyor belli değil. Sonra kendi etrafıma bakıyorum, uzakta ama çok uzakta birkaç hayali silüetten başka canlı görünmüyor. Peki, o büyük aşklarım, tutkuyla bağlandıklarım, dostlarım, sevdiklerim, uğruna can verebileceklerim neredeler? Bununla yüzleştiğinde dağılıyor insanlığım, kırılıyor ama senin gördüğün gözyaşları bir yanımdan akıyor, en saf olandan, kadınlığımdan
Seni severek ne büyük bir hata yaptığımı şimdi anlıyorum. Kalbimin başına bundan sonra ne gelecek? Düşündükçe kahrediyorum!
Seni Sevmek Büyük Bir Hataydı!
Aslında her şeyi kadere bağlayarak işin içinden çıkabilirim. Alın yazım böyleymiş derim, kabullenir geçerim. Keşke yapabilsem! Kadınlara ait bir özellik mi bu kadar kurcalamak? Altındakini deşip, gerçeğe ulaşmak isteği sadece bizde mi var? Peki, bulacaklarım sonucu değiştirecek mi dersen, değiştirmeyecek.
Önümde uzayıp giden zamana bakıyorum, gelecek resminde ikimiz yan yana durmuyoruz. Nedenini bilmiyorum, biraz his, biraz önsezi, biraz mantık, hepsi kopacağımızı söylüyor. Kafama takılan ayrılık değil, sevdiklerimi güzel uğurlamayı çok önce öğrendim ben. Gerçekten seviyorsam, yanımda kalmasının getireceği sıkıntıya katlanmasına gönlüm razı olmuyor. Ancak sorun şu ki, senden sonra gelen, bıraktığın büyük boşlukları dolduramayacak.
Hayatımıza giren herkes bir şeyler götürüyor elbette ama bize ekledikleri de var. Sopanın altından geçme oyununu bilir misin? Hani iki kişi bir ip ya da sopayı önce yukarıda tutarlar, diğerleri altından geçer. Her turda biraz daha düşürürler genişliğini, geçemeyen yanar. Aşk ilişkileri bu oyuna benziyor. Tek fark, sopa aşağı değil de yukarı doğru çıkıyor. Kalbe yeni girmeye çalışan, üstünden atlamak zorunda kalıyor.
Biten her ilişki iyi ya da kötü, nasıl yaşanmış olursa olsun, sonunda bir takım veriler bırakıyor. Neyi isteyip, neyi istemediğimiz; bir ilişkiden ne beklediğimiz, kiminle ve nasıl mutlu olacağımız böyle belirleniyor. Her tecrübeden arda kalanlar, aklımıza virgüller koyuyor. Liste uzuyor, beklentiler artıyor, az ile yetinemiyor artık insan. Gelene bakıp, hüküm verebilir ve eleyebilir hale geliyor. Normal şartlarda bunda bir sakınca yokmuş, hatta iyiymiş gibi görünebilir. Ne kadar çok deneyimin varsa ve öğrenmişsen, o kadar az hata yaparmışsın gibi düşünülebilir. İyi de, gün geliyor, çıta öylesine yükseliyor ki, üstünden atlayacak kimse kalmıyor.
Seni sevmek büyük bir hataydı. Seni yaşadıkça, aşkının tadına vardıkça fark ettim ki, benim çıtam artık çok yukarıda duracak. Ah be sevgili, ne yaptın sen bana? Bir gün gideceksin ve kimse bu kadar yüksekten atlayamayacak….
Adım aşk der gibi bakıyorsun, soyadın ne? Hangi zamanda edilen bir duaya karşılık geldin? Artık şarkılardan fal tutmuyordum ve kimse için söylenecek bestem kalmamıştı, o yüzden mi buradasın?
Adın Aşk, Soyadın Ne?
Aşkın kendisiymişsin gibi yürüyorsun yollarda, tafran da bundan olmalı. İnandırabilecek misin kalbimi? Sevda dediğin vurgunları önceden çok yedim ben, şimdi derin sularda yüzmüyorum, bir okyanusun ortasında huzurla maviliği izlemek gibi hayallerim de kalmadı. Kandırabilecek misin?
Duvara nasıl çarpıldığını bilirim, ayak sesi dinlemenin hazin yalnızlığına da batıp çıkmışlığım vardır. Senden önce geçtiğim bir ömürden kalma anılarım var aklımda, birazı karanlık ve acı, silebilecek misin? Beynimin derinliğinde sesler, yüzler, fotoğraflar, kalabalık ve karmakarışık, eline bir fırça alıp, beyaza boyayabilecek misin?
Şimdi olduğumdan farklı biri yapmaya çalışmadan sevebilecek misin? Bu halime gelmek için çok bedeller ödedim. Bir çamur parçasıydım, şekillendim önce, sonra cehennemlerde yandım alev alev, şeklim bozulmasın diye. Sonra boyandım, gri de bir renk değil midir? Lafta kolay gelir de, yaşaması ağırdı. Gördüğünden başka bir ben var içimde, onu bulup çıkarabilecek misin?
Dilimin suskunluğuyla, aslında ne ağır konuştuğumu duyabilecek misin? Cümlelerim içinden ışık hızıyla geçecek mi, yoksa gerçekten dinleyecek misin? Bağırırsam herkes duyar elbette, önemli olan sessizliğime bakıp, ne dediğimi anlayabilecek misin? Sıradanlaşmayı ben de bilirim, hatta kolay bile olurdu, tırnak içinde veya büyük harflerle anlatmak derdimi ama ruhum yaşlıdır benim, görüntüme bakma. Biriktirdiğim yıllara neler sığdırmışım, sayabilecek misin?
Kafam bozulsa bir gün, basıp gitsem uzaklara, kimseye haber vermeden, gizlice; peşime düşüp gelebilecek misin? Aşk uğruna yollara düşmek ne demek, en iyi ben bilirim. Öyle büyük bir yürek lazımdır ki, gidenin ardından, aynı hayale koşabilmek için. Kendinden, düzeninden, alışkanlıklarından vazgeçip, bir sevda uğruna kalkıp gidebilecek misin?
Biraz zor gelmiş olmalı isteklerim. Tok misafir ağırlamak gibidir benim aşkım, bütün bunları göze alabilecek misin? Biraz pazarlık edelim istersen. Sen inandır ve kandır beni, kimsenin sevemeyeceği kadar büyük bir kalp vereyim karşılığında. Başkalarından sakladığım, temiz kalmış yanımı sana emanet edeyim. Beyaza boyayabilirsen hafızamı, ben de gençliğimi, sonsuz güveni, sadakati, neşeyi ve mutluluğu vereyim sana. İçinde hiç siyah barındırmayan bir kadın teslim edeyim. Öyle ya, hafızası olmazsa insanın, kötülüğü bilir mi? Sen değiştirmeden sevmeyi becer, ben fark etmeden sana dönüşürüm zaten. Cümlelerimin altını doldur sen, ben de en güzel aşk şiirlerini yazayım adına ve bir sözüne canımı vereyim. Sen düş peşime gel, tutkuna hayran kalıp, ömrün boyunca yaşayamayacağın bir hayatı ayaklarının altına sereyim.
Adım aşk demiştin galiba, peki soyadın ne? Ayrılık mı?....
Dönmeyecek Birini Bekleyenler!
Derin bir iç çekti kadın, serin bir yaz akşamında, camın kenarından uzaklara bakarken. Hiç dönmeyecek birini bekliyordu. Aynı anda başka bir şehirde, beklendiğini unutmuş bir adam, sonsuz gibi duran karanlık denizi seyrediyordu.
Şimdi aralarına büyük mesafeler girmiş bu iki yürek, kısa zaman önce sadece birbirleri için çarpıyordu. Biraz daha dayanabilseler, bugün üç yılı bitirmiş olacaklardı. Gözü hep telefondaydı kadının, her arayanı sevdiği adam sanıyor, kalbi hızla çarpıyordu. Vakit geçtikçe umudunu kaybetti. Bir gün daha dönmeyecek birini bekleyerek sona ermişti ve kim bilir ne zaman geçecekti içindeki bu yararsız umut?
Bu yazıyı okuyan kaç çift göz, geçmişte bir yola saplanıp kalmıştır? Bir pencere kenarından, gece demeden, gündüzü görmeden bekleyip durmuş kaç yürek vardır? Ve hala kaçı beklemektedir? Bu yüzden caddeye bakan evleri sevmem ben. O yoldan beklenen hariç herkes gelip geçer. Köşeyi dönen bütün yabancılar, bir an için özlenen kişiye benzerler. Yüzleri seçilmese de uzaktan, boyları, endamı, yürüyüşleri andırır. İnsanın midesine kramplar girer o anda, bir tebessümlü heyecan yerleşir yüzüne, sadece birkaç saniye, geldiğini zannedip sevinir bekleyen. Oysa ne demiştir Yahya Kemal Beyatlı şiirinde: “ Birçok gidenin her biri memnun ki yerinden, çok seneler geçti, dönen yok seferinden..”
Beklemek zaten zor eylemdir ama dönmeyecek birini beklemek nafile bir çabadan öteye gidememiştir hiç. Sevdanın asaletine ne kadar yakışıyor olsa da, bir yaşamı törpülemektir yararsız bekleyişler.
Beklemek, zarif bir ruha, büyük gönüllere yakışır elbette. Kendinden vazgeçerek, soyunarak üstünlüğünden ve egosunu kırarak bekler insan. Kim bilir kaç tohum filizlenir, serpilir, büyür, çiçek açar o zaman aralığında? Uzun bekleyişlere sabrederken, kendisi bekleyiş olur bazen kişinin. Gerçekten sadece bir ümit, bir kavuşmanın sarılma anına bağlı hayallerle mi böylesine inatçı durabilir insanoğlu? Beklemek kadar ısrar ve inatla yapılan başka kaç eylem vardır ki?
Bazen kabullenmek gerekir, dönmeyecek birini beklemek, bir çeşit intihar gibidir. Giden, sevildiği kalbi terk etmeyi seçtiyse, geri gelişi bekleyene daha büyük yaralar açacak demektir.
Her şeye rağmen, yaşamın içinden bir lezzettir beklemek, yüreği bükerek eğiten, sabrı öğreten, ruhu geliştiren bir zaman yolculuğudur; eğer bekleyişi hayatın kendisi haline getirmemişse insan…
Aşk Hakkında Hiçbir Şey Bilmiyorsun!
Herkesin bildiklerinden farklıdır mutlaka bildiklerin. Anlatmaya başlasan saatlerce de dinletebilirsin. Aşkın mantığını, felsefesini çözmüşsün ya beyim; yanılıyorsun! Sen
Aşk Hakkında Hiçbir Şey Bilmiyorsun!
Bildiğini sandıkların gönülde işlemez. Gerçek bir aşk yolcusu olmamışsın ki hiç! Bahsettiğim ille de kadına duyulan aşk değilken üstelik, sen yine de bilmiyorsun, aklında biriktirdiğin milyonlarca kelimeye rağmen. Teoride yaşamak senin yaptığın, pratiğe gelince çürüyorsun. Kendi kapanlarını kurmuşsun yollara, o rotada gideceğini bilerek hem de, farkında değilsin, kaçırdığın sadece aşk değil, bir ömre uzaktan el sallıyorsun.
Sana, beni sevmeyi beceremediğin için kızgın değilim. Tam tersi kendini sevmekten vazgeçmene bu isyanım. Oysa nasıl değişirdi şu bir türlü kabullenemediğin dünya, bilsen, aşkın lezzetini bir tadabilsen. Ah be sevgili! Dışarıda henüz güneş batmamışken, neden geceye çevirir ki bedenini insan? Bu düşünce tarlasına ektiğin tohumların yanında çıkan dikenlerin, aşkın parseline denk gelmesi de, tesadüf müdür acaba? Kendini böyle sevilmeye layık görmüyor mu ki ruhun? Aşkın özrü yaşam olamaz. Hangi yanına dönsen bitiremediğin şu günlük hayat dertlerini, üzerine zırh gibi giyerek, kaçtığın bu koyu yalnızlıkların da sence bir açıklaması vardır elbette; zaten amaç bu değil mi? Hep sebepler bulmadın mı düşleyemediğin yaşanacaklara? Düpedüz korkaksın işte! Boşuna itiraz etme, gönül kilitleyip suyun karanlık yerlerine kaçarak, tam ortasında duruyormuş gibi gösterip aslında yok olmak bir aşkın içinden, korkaklık değilse nedir?
Sen aşkı Azrail yapmışın kendine, oysa yaşamın en kolay tarafıdır ölmek. Sevmeden yaşamak meziyet değil, o kavuran dertlerine rağmen hayatın sevebiliyorsan, işte o zaman senindir zafer. Bana dünyayı anlatma, ben cehennemin en dibinden geldim hayatın ortasına. Piştiğim, kavrulduğum yangınlarla eğittim ruhumu. Savaşmak ne demek en iyi ben bilirim. Tek başına bir kadın olarak cenk etmekten, ayakta durmaktan, püskürtmekten daha zor olamaz, senin kavga dediklerin. Yine de kalbimi korudum kötülüklerden, hatta sadece yüreğim kalmış olabilir temiz kalan bu bedende.
Her şeyin, dünyanın tam merkezinde durarak, gezegenleri kendi etrafına alıp, bu koca sonsuzlukta, senden başkasının derdi yokmuş ve en çok seninkiler büyükmüş gibi salınıyorsun ya; sadece gülümsüyorum. Elindeki misketleri gösterip, “ne kadar ağır bunları cebinde taşımak biliyor musun?” diyorsun. Gözlerin bir an sırtımda duran küfeye kaysa, içinde taşıdığım o kocaman kaya parçalarını görsen, belki utanacaksın suskunluğumdan. Bakmıyorsun! Aşk dediğin koca bir yalan senin için, zorla, ellerinle parçalayarak yalan ediyorsun.
Sevgili, bilirim ki kimsenin yüreğine zorla koyulmaz aşk dediğin. Ne Afrodit karışır bu işe, ne Eros! Sen kalbinden vazgeçtiysen, Alaaddin’in lambasından çıkan cin bile, söküp alamaz, üstüne her gün yenisini ekleyerek sıktığın demir kemerleri kalbinden. Ben sadece söylüyorum, aşka dair anlattıkların var ya, hepsi hikaye, sen aşk hakkında hiçbir şey bilmiyorsun!
Sen Zaten Derin Bir AyriLik Yasadin Yüreginde...Bundan Derini Ne oLabiLe
“Gün gelecek Allah’a bana yaşattığı bu sıkıntılar için şükredeceğimi biliyorum” demişti bir arkadaşım. Belki de hayatının en zor günlerini yaşıyordu. Zorlukların insana ne kadar büyük dersler verdiğini uzun uzun konuşmuştuk. Bir acının öğrettiğini bin kahkahanın öğretemeyeceği üzerine birçok örnekler vermiştik o konuşmamızda. Aradan iki yıla yakın bir zaman geçince arkadaşımın haklı çıktığını gördük. O günlerin acı görünen olaylarının, kendisine ne kadar büyük kapılar açtığını gördükçe “verdiğin acılar için sana şükürler olsun Allah’ım!” demeye başladı. Gündüzleri fırsat buldukça bir araya geldiğimiz arkadaşıma o günlerde aşağıdaki hikayeyi yollamıştım. “Strese girenin imanından şüphe ederim!” başlıklı yazımı anlamayan ve/veya yanlış anlayan arkadaşlar umarım bu sefer beni doğru anlarlar. Yaşlı kadın, bir antika dükkanından aldığı yüzyıllık fincanı özenle salon vitrinine yerleştirdi. Fincanın biçimi, üzerindeki işlemeler, renkler onun bir sanat eseri olduğunu söylüyordu. Ödediği fiyatı hatırladı; hayır, hiç de pahalıya almamıştı. Hayranlıkla fincanı seyretmeye devam etti. Derken, birden fincan dile geldi ve kadına şöyle dedi; “Bana hayranlıkla baktığının farkındayım. Ama bilmelisin ki, ben hep böyle değildim. Yaşadığım sıkıntılar beni bu hale getirdi. Kadın şimdi hayret içindeydi. Önündeki kahve fincanı konuşuyordu! Kekeleyerek: “Nasıl? Anlayamadım?” diyebildi yaşlı kadın. “Demek istiyorum ki, ben bir zamanlar çamurdan ibarettim ve bir sanatkâr geldi. Beni eline aldı, ezdi, dövdü, yoğurdu. Çektiğim sıkıntılara dayanamayıp: “Yeter! Lütfen dur artık!” diye bağırmak zorunda kaldım. Ama usta sadece gülümsedi ve; “Daha değil!” diye cevapladı beni. “Sonra beni alıp bir tahtanın üzerine koydu. Burada döndüm, döndüm, döndüm. Döndükçe başım da döndü. Sonunda yine haykırdım: “Lütfen beni bu şeyin üzerinden kurtar. Artık dönmek istemiyorum!” Ama usta bana bakıp gülümsüyordu: “Henüz değil!” “Derken beni aldı ve fırına koydu. Kapıyı kapayıp ısıyı arttırdı. Onu şimdi fırının penceresinden görebiliyordum. Fırın gitgide ısınıyordu. Aklımdan şöyle geçiyordu: Beni yakarak öldürecek” Fırının duvarlarına vurmaya başladım. Bir taraftan da bağırıyordum: “Usta usta! Lütfen izin ver buradan çıkayım!” “Pencereden onun yüzünü görebiliyordum. Hala gülümsüyor ve “Daha değil!” diyordu. “Bir saat kadar sonra, fırını açtı ve beni çıkardı. Şimdi rahat nefes alabiliyordum, fırının yakıcı sıcaklığından kurtulmuştum. Beni masanın üstüne koydu ve biraz boyayla bir fırça getirdi. “Boyalı fırçayla bana hafif hafif dokunmaya başladı. Fırça her tarafımda geziniyor ve bu arada ben gıdıklanıyordum. “Lütfen usta! Yapma, gıdıklanıyorum!” dedim. Onun cevabı ise aynıydı: “Henüz değil!” “Sonra beni nazikçe tutup yine fırına doğru yürümeye başladı. Korkudan ölecektim. “Hayır! Beni yine fırına sokma, lütfeeen!” diye bağırdım. Fırını açıp beni içeri iteleyip kapağı kapattı. Isıyı bir öncekinin iki katına çıkardı. “Bu sefer beni gerçekten yakıp kavuracak!” diye düşündüm. Pencereden bakıp ona yine yalvardım, ama o yine “Daha değil!” diyordu. Ancak bu defa ustanın yanaklarından bir damla gözyaşının yuvarlandığını gördüm. “Tam son nefesimi vermek üzere olduğumu düşünüyordum ki, kapak açıldı ve ustanın nazik eli beni çekip dışarı çıkardı. Derin bir nefes aldım, hasret kaldığım serinliğe kavuşmuştum. Beni yüksekçe bir rafa koydu ve usta şöyle dedi: “Şimdi tam istediğim gibi oldun. Kendine bir bakmak ister misin?” Ona “Evet” dedim. Bir ayna getirip önüme koydu. Gördüğüme inanamıyordum. Aynaya tekrar tekrar baktım ve “Bu ben değilim. Ben sadece bir çamur parçasıydım.” “Evet bu sensin!” dedi usta. Senin acı ve sıkıntı diye gördüğün şeyler sayesinde böyle mükemmel bir fincan haline geldin. Eğer seni bir çamur parçası iken üzerinde çalışmasaydım, kuruyup gidecektin. Döner tezgahın üstüne koymasaydım, ufalanıp toz olacaktın. Sıcak fırına sokmasaydım, çatlayacaktın. Boyamasaydım, hayatında renk olmayacaktı. Ama sana asıl güç ve kuvveti veren ikinci fırın oldu. Şimdi arzu ettiğim her şey var üzerinde.” Ve ben kahve fincanı, şu sözlerin ağzımdan çıktığını hayretle fark ettim: “Ustam! Sana güvenmediğim için beni affet! Bana zarar vereceğini düşündüm. Beni benden fazla sevip iyilik yapacağını fark edemedim. Bakışım kısaydı, ama şimdi beni harika bir sanat eseri yaptığını görüyorum. Benim sıkıntı ve acı diye gördüğüm şeyleri bana verdiğin için teşekkür ederim… Teşekkür ederim.” Usta fincanı, yaratıcı insanı şekillendirir. Yeter ki acı da ki hikmeti görelim. Kahrın da hoş, lûtfun da hoş demesini bir öğrenebilsek…