Kitap ne?
Can ne?
Ölmek bir nebze güzel de yok olmak ne?
Aşk ne?
Sevgi ne?
Körü körüne yanmak var da kül olmak ne?
Tohum yoktu ilk başta…
Bir çiçek dalındaydı belki,yada bir rüzgarın dönüm noktasında…
Kalp önce kurak bir topraktı…
Ellerim uzandı bir an ve eşeledi yoksulluğa dair ne varsa…
Yandım çöl kuraklığından…
Bir haber saldım sonra gözyaşlarıma..
“Gel de biraz dindir susuzluğumu!”
Deli divaneydiler sanki…
Çağlayan gibi akmak, doyurmak istediler kalbimi…
Gelmediler…
Eksik olanı onlar da fark etti…
“Bu kalbe en acılısından,en yakanından bir aşk doğmalı…
O zaman akar su gibi,nisan yağmurlarını kıskandırırcasına geliriz.” dediler…
Kalbim can havlinde…
Yer, gök sarsılıyor…
Belâ’m gel!
Bir dem’di ki; hiçbir yar benzemeyecekti senin gözlerine…
Kâinat kurulacak, Âdem dünyaya ayak basacaktı…
Geldin mi ey aşk!?
Hani o beklediğim, hani kirpiklerimde adını sergilediğim sen misin?
Sözüm söz, belâ’msın!
Sadığım sana, unutmadım seni, unutmadım o kutlu yemin’i…
And içtim aşkına yana yana…
Bir damla su aşkına aşk koydum can kabıma…
İnledi durdu yar, yar diye diye…
Sus dedim, sus!
Toprağa düşsün ilk cemren…
Tohum filiz versin sürülen kalbinde…
Aman demeden bastır şu tuzlu gözyaşlarımı köküne köküne!
Bırak da aşk kanasın yaralarım…
Ahir zamandır, bilmez misin?
Dur, dokunma da görünsün gösterişsiz ömürlük aşkın!
Cihanı sarsın bu sen kokusu…
Bir nefeslik nasiplenenler cennete hasretle yansın, öyle bir aşk istesin ki gönülleri o hasreti vuslat ile tamamlasın!
Yar demeden olmaz ey!
Aşk olmazsa yar yok!
Sen çevir yüzünü de bir bak!
Ah deli gönül!
Bakmak yetmez, gör cevheri ezelde saklı tutulan belâ’nı…
Şuh vaatler sunmam sana…
Sitem etmem yüzümü görmeden tokadı vurana…
Bilmez derim, bilmez…
Bilse yapmazdı, baksa anlardı, görse aşk çarpardı onun da yüzüne…
Korku büyük olur ve aşk’sız kalışıyla yas’a boğulurdu…
Feryat, figan istemez ey!
Sen dur sözünde!
Neredeysen gel şöyle kalbime…
Acımadan ek aşkını, sula gözyaşımla ve sonra biç acılarımı…
Ben dayanırım aldırma!
Hiç’lik vardır serde…
Aşk bekler beni ahirde…
Belki bir kaldırım kenarında, belki bir martı kanadında, ya bir damla su’da, ya da bir eylül akşamında…
Aşk bekler beni ey, ne olur sen dokunma!
Şu musalla taşı beyazsa ağlama!
Usul usul tazelik sunar bedenime o soğuk taş…
Buhara sokaklarında dolaşır sanki yorgun ayaklarım…
Bölük bölük insanlar geçer…
Hamallığını yaparım bir tren yolcusunun…
Hasret, özlem, anı acı…
Ne varsa yüklediği bavuluna, ben de yüklenirim omuzlarıma…
Düşünmedim ey!
Ki; aşk geçmiş midir bu insanların içinden?
Hiç duraksamadım, hızımı kesmedim ve benliğimi benden söküp götüren o aşk’ı kimselere vermedim…
Bekledim, sevdim, sahiplendim…
Nefessiz bıraksa bile vazgeçmedim…
Sen, sen şimdi usul usul bak bana…
Buharı silinmesin gözlerinin…
Sesin titresin, harfler çıkmasın bir anda…
Öyle bir sus ki duyayım içinden geçenleri…
Öyle bir gör ki beni, “aşk” de sadece…
Gel yar!
İkinci cemreni düşür gözlerime…
İnci tanesi gibi dökülsün gözyaşlarım…
Avuçlarımdaki yok/sul/lığunun izlerne sadakan olsun bu cemre…
Bayram etsin çocuksu ellerim…
Yar, öpeyim sonra alnındaki yazgıdan…
Kutsal kitabım müjde versin bu aşk’a…
Zaman’a uyak düşen yaşanmamış sevmelere inat yaşa bağrımda…
Ah yar!
Ben aşk dedim senin adına…
Sen şimdi üçle şu cemreleri…
Son olmasın ama var sen bunu düşür ruhuma!
Ruhun aşk’la boyandı!
Çileler elini, eteğini çekti…
Yar güldü/r yüzümü yar!
Perdeler kalktı…
Yer, gök neredesiniz?
Dağlar, taşlar, canlı, cansız bütün varlıklar!
Sesleniyorum size!
Ruhuma cemre düştü eyy!
Siz ki hep hor baktınız, cemresiz diyerek…
Ya şimdi…
Bakın, ama siz bedenimden gayrisini göremezsiniz ki!
Ruhum diyorum, ruhum!
Hani şu belâ’sı olan…
Hani şu dar kalıplara inatla koyulan…
Bir gölge’nin esaretiyle kafeste aşk’sız kalan…
Bir bilinmezin acımasızlığıyla ah edip suskun kalan…
Ruhum işte, ruhum!
Aşk diye bir cemreyle duçar oldu…
Ey dağlar!
Siz dayanamazsınız bu vuruşa…
Yar, bana yar etti…
“Yan kulum” dedi, biraz daha yan!
Mum ki kendi alevinde eriyerek var oldu yana yana…
Şimdi ben de mum gibi kalıyorum yangınımla baş başa…
Ki; ben bende kalayım, ben bana yanayım…
Ben eridikçe aşk olayım, aşk diyerek O’na varayım…
Yol uzasın dar ve uzun…
Körüler kurulsun tek yönlü…
Bir gidiş O’na oldukça, bin geliş O’ndan olsun bu garip canıma…
Hüzünle demlediği kalbim sussun…
Adıyla aşk’ını koysun sol yanıma…
Bir Züleyha, bir Leyla değil, bir Zehra aşk’ı dönsün bu değirmenin çarkında!
Ruhuma cemre diye doğ sen ey aşk!