28 Temmuz, 2009

Sen bana ne yaptığının farkında mısın sevgili? Elimdeki son değerli şey alıp gittin. Şimdi neye tutunacağım? Bir tek inancım kalmıştı, onu da sana verdim.
Aşka Atılmış Son Kurşunum Sendin!

Basit bir ayrılık değil bu, bir zaman sonra sızısı geçecek kalp ağrılarından bahsetmiyorum. Bir ömrün tam da ortasına döktüğün, koyu, siyah bir zift anlatmaya çalıştığım. İnsan her duruma alışabilir. Yokluğu, yoksunluğu kanıksar, alışkanlıklarını değiştirebilir. Ancak elinde duran son değerli duygusunu kaybederse ne yapar?
Sende her şeyi nitelikli kılan, farklı olduğuna inanmamdı. Benim inanmamın ötesinde, senin buna canı gönülden inandığını düşünmemdi. İnsan söyledikleri ve yaptıkları ile bir bütün oluşturduysa, kendini saymalıdır. Yoksa dileğince ahkam kes, anlat anlatabildiğin kadar, kendine karşı duruyorsa yaptıkların, çelişki yumağından başka ne görür karşı taraf?
Aşk gibi kutsal ve mucizevi bir hissin altına imza atmadın mı söylemlerinle? Hani aşk dediğin anlamaktı? Sen hiç kimseyi anlayabildin mi? Bunca bencilliğin arkasına geçip, kendinden başkasına bakmadan yürüdüğün yol, sevdaya yakışır mı? Sen, kelimelerden oluşmuş bir adem oğlusun. Kapağını açınca içinden kıyafetler fırlayan bir dolap gibi, seni açtığımda içinden sadece sözcükler çıktı. Hani bir laf vardır ya, “hocanın dediğini yap, yaptığını yapma” diye, işte sen en güzel bu cümleyle anlatılıyorsun.Kaybedilmiş bir aşk değil bizimki, kaybolması zaten bekleniyordu. Fakat kırıp parçaladığın şey, bir kadının aşka ait son kurşunudur. Bundan sonra ne olacak? Sen de böyle bozuk çıktıysan, üstelik eleştirdiğin o erkekler ve kadınlardan bir ayrıcalığın kalmadıysa, ben kime ve neye güveneceğim?
Yüreğimdeki şu bıçak kesiğine benzer acının sebebi, basit bir sevda ayrılığından kaynaklanmıyor. Hayal kırıklığı bu düpedüz, isyanım seninle yaşanılanlara değil. Tutunduğum, yaslandığım bir değere zarar verdin. Buna kahrediyorum. Şimdi ben neresinden yakalayayım aşkı?
Kızgın değilim, öfkeli hiç değilim, tam da tersi yine bir şey öğrendim yaşadıklarımdan diye, buruk bir tebessüm bile oturttum dudağıma ama silip, baştan başlamak gerekecek. Asalet bende kalsın, şanıma yakışmaz arkandan söylenmek. İyisi, kötüsü ne kalmışsa paylaştıklarımızdan cebimde, hepsi önemlidir. Mutlaka cümlelerin olmuştur öğrendiğim, bir kitap, belki bir yazar, hatta yeni bir yol eklemişsindir yürüdüğüm şu hayat seyahatine, sadece onlar için dahi bir teşekkür hak etmektedir ilişkimiz. Teşekkür ederim!
Şimdi, yeniden başlayacağım sıradan olmayacak bir maceranın kapısında dururken, düşünüyorum da, asıl başarı, bende yarattığın hayal kırıklığına rağmen, aşka inanmaya devam etmek olacaktır. Ben nelerin içinden geçmiş, hangi yüklerin altından kalkmış bir kadınım, sanırım bunu da hallederim. Sen de geçip gidersin diğer yağmurlar gibi, kimin anısı sonsuza kadar aynı renkte kalmış? Bir yerlerde doğru, gönlüme göre, aklımı kesen, ruhumun seveceği bir adam vardır elbette, buna inanmadan sabaha uyanmayacağım. Aşka inanmaya ve tutunmaya devam edeceğim, sana rağmen!



Ben galiba gidiyorum sevgili, içimde bir garip hüzün var. Sanki ne yapsam olmuyor gibi hissediyorum. Seni severken, üstelik senin de sevdiğine inanırken, nasıl beceremedik bu işi bilemiyorum ama sanırım ben gidiyorum.
Seni Benim Dualarım Korur!
 
 
Ellerimin sana dokunmadığı bir dünyada yaşamaktan, yalnız sesini duyarak kısıtlı vakitlerde mutlu olmaya çalışmaktan, bedenini ve aklını yanımda hissedememekten yorgun düştüm. Kurduğum bütün hayaller boşuna, hiçbirini gerçekleştiremiyorum, etrafı sularla çevrili yalnız bir ada gibiyim. Arada bir konan kuşlar da olmazsa, içimde yaşayan bir nefes kalmayacak.
Sabretmeyi öğrenmiştim ama bu kadarı beni bile aşıyor. Taş olsa çatlardı diyorum. Zor demek ki aşkı gerçekten yaşatmak, ben beceremediysem özür diliyorum. Biliyorum, sevgi anlamaktır ancak sürekli anlayan taraf ben olacaksam, o zaman aşk da sadece bana ait olmaz mı? Bu durumda aşkımı da cebime koyup gitmek gerekiyor, sanırım vakti geldi, gidiyorum.İçimde hiçbir kırgınlık taşımadan, sadece iki kocaman insanın beceriksizliğine kızarak, şu minnacık yüreklerimizi bir arada tutamayışımıza içlenerek zaman zaman, inatçılığımızın sonunda ikimizi de köprüden düşüreceğini söyleyerek üstelik, yoksunluğumu hissetmediğini anladığım için, gitmeye hazırlanıyorum.
Rüzgarda çarpan kapılar gibi, sürekli kendime çarparak yaşamaktan sıkıldım. Madem bunca yalnızlığa asılı kalıyorum, o zaman senin yaşamında bir yer işgal etmenin de anlamı yok diyorum. Zaten bensizliğe talimli hayatında eksilen ne olabilir ki?
. Nasılsa merak etmezsin, gidişim sende neyi değiştirir ki,
Yüreğim öyle yorgun ki tahmin edemezsin. Senden önce de birikmiş vurgunlarım var zaten benim. Daha onları yeni temizlemişken, bir başka acıya tahammül etmemek için gideyim diyorum. Bana da alıştırdın ya sensizliği, ayrılığı da yadırgamıyorum demek ki!
Ben galiba gidiyorum sevgili! İçimde bitirilmemiş düşlerim, cebimde seninle kurulmuş hayallerim, bir türlü anlatamadığım sevgim, beceriksizliğim ve her yanında ismin yazan kalbimi elime aldım, gitmeye hazırlanıyorum. Arkamızdan kimsenin söyleyecek sözü yok. Dedikodumuzu da yapamayacaklar. Kim ne biliyor ki? Benim anlattıklarımdan başka, senin dünyanda beni tanıyan bile yok. Yani, bu ayrılık seni vurmayacak. İçimde biraz burukluk olsa da, nefes aldığım sürece seni aklımın, kalbimin bir yerinde tutacağımı biliyorsun. Nerede ve kiminle olursan ol, hangi derdin içine girmiş olsan da, merak etme seni dualarım koruyacak. Bundan eminim çünkü seven bir kalbin ettiği güzel dualar, bu koca evrende kabul göreceği yere ulaşacaktır. Artık vakit geldi ve ben galiba gidiyorum sevgili, ama sen dur dersen….
 
 
 
 
 
 
 
Tüm ruhum kesiklerle dolu, gördüğün kan değil, ruhumun gözyaşları. Yara bere içinde bir aşk savaşçısından fazlası olmayan kalbimle birlikte dayanmaya çalışıyoruz, kendini tüketmeye uğraşan şu koca dünyaya.
Büyük Aşklarım Nerede?
 
Neden çaresi bulunmuyor, yıllarca gönülde biriken acıların? Her tecrübeden yenilgiyle çıkmadım elbette, ama çoğunda gururlu bir malubiyet satın aldığım doğrudur. Kaderin önüne geçmeye çalıştığımda, büyük hayal kırıklıkları biriktirdim. Koleksiyona doğru gidebilir hatta, ertelediğim ve elimde kalan düşlerim.
Kimseyi kendimden daha fazla üzmedim, en azından bilerek. Kendimden fazla zarar verdiğim insanlar da olmadı ama çoğunu içimdeki benden çok sevmişliğim vardır. İşin trajik tarafı, en çok sevdiklerimden darbe almış olmamda saklıdır.
Şimdi senin, sadece gözlerinle bakarak gördüğün, bir bedenden öteye var edemediğin bu kadın, gülümsemelerinin ardında çok kırılmışlıklar gizledi. Kimseye göstermeden, üstü örtülü kahredişlerini, makyajının altında uyutmuşluğu çoktur. Sesinin titremesini duymasınlar diye, şen kahkahalara boğulduğunda, kim bilir kaç bakış, hafif meşrepliği sıfat olarak yapıştırmıştır arkasından?
İçten bir kucaklamaya, candan bir tebessüme, sahiplenilmiş bir sevgiye olan açlığımla, sokaklar boyu yürüyerek, kalabalığın arasında kayboluyorum. Fark etmesinler istiyorum. Birisi, sadece bir kişi bile gözlerime bakar da anlarsa içimdeki aciz yanı, daha çok yıkılırım gibi geliyor. Güçlü duruşumun, dilimdeki küfürlerin, belki heybetli ve asla kadının zarafetine yakışmayan kaba yürüyüşümün ardında gizlediğim halim, kırılganlığımı korumaktan başka bir şey olamaz.
Zaman zaman boş vermek geliyor içimden. Yeni gelecek acılardan korkarak yaşamak, aslında yaşamak mıdır diye düşünmüyor değilim. Zaten en ağır ve koyusunu görmüşsem gecenin, bundan böyle gelecek olan, gönlümün tadını bildiklerinden biri değil midir? Öyle olmalı ama ya değilse?
Kendi ağırlığımdan fazla çekerdi, aklımdaki düşünceleri tartmaya kalksam. O yüzden çok yavaş hareket edebiliyorum. Bir yerden, başka yere geçerken, bedenim gidiyor fakat bir bakıyorum, ruhum ve aklım oturmaya devam ediyor. Dönüp almak lazım, dönemiyorum. Boş bir çuvaldan ne farkı var ki içinde akıl ve ruh taşımayan bedenin? Bunların hepsi belki de bilinçaltımın şakalarıdır. Ama senin gördüğün şu kadının içinde kıyamet yaşanıyor.
Etrafımı izliyorum, kadınları, erkekleri, doğayı, gündüzü, geceyi, hayvanları, hep bir koşturmaca var. Kim kimin arkasında, yanında duruyor belli değil. Sonra kendi etrafıma bakıyorum, uzakta ama çok uzakta birkaç hayali silüetten başka canlı görünmüyor. Peki, o büyük aşklarım, tutkuyla bağlandıklarım, dostlarım, sevdiklerim, uğruna can verebileceklerim neredeler? Bununla yüzleştiğinde dağılıyor insanlığım, kırılıyor ama senin gördüğün gözyaşları bir yanımdan akıyor, en saf olandan, kadınlığımdan
 
 
 
 
 
 
 
 
Seni severek ne büyük bir hata yaptığımı şimdi anlıyorum. Kalbimin başına bundan sonra ne gelecek? Düşündükçe kahrediyorum!
Seni Sevmek Büyük Bir Hataydı!
 
Aslında her şeyi kadere bağlayarak işin içinden çıkabilirim. Alın yazım böyleymiş derim, kabullenir geçerim. Keşke yapabilsem! Kadınlara ait bir özellik mi bu kadar kurcalamak? Altındakini deşip, gerçeğe ulaşmak isteği sadece bizde mi var? Peki, bulacaklarım sonucu değiştirecek mi dersen, değiştirmeyecek.
Önümde uzayıp giden zamana bakıyorum, gelecek resminde ikimiz yan yana durmuyoruz. Nedenini bilmiyorum, biraz his, biraz önsezi, biraz mantık, hepsi kopacağımızı söylüyor. Kafama takılan ayrılık değil, sevdiklerimi güzel uğurlamayı çok önce öğrendim ben. Gerçekten seviyorsam, yanımda kalmasının getireceği sıkıntıya katlanmasına gönlüm razı olmuyor. Ancak sorun şu ki, senden sonra gelen, bıraktığın büyük boşlukları dolduramayacak.
Hayatımıza giren herkes bir şeyler götürüyor elbette ama bize ekledikleri de var. Sopanın altından geçme oyununu bilir misin? Hani iki kişi bir ip ya da sopayı önce yukarıda tutarlar, diğerleri altından geçer. Her turda biraz daha düşürürler genişliğini, geçemeyen yanar. Aşk ilişkileri bu oyuna benziyor. Tek fark, sopa aşağı değil de yukarı doğru çıkıyor. Kalbe yeni girmeye çalışan, üstünden atlamak zorunda kalıyor.
Biten her ilişki iyi ya da kötü, nasıl yaşanmış olursa olsun, sonunda bir takım veriler bırakıyor. Neyi isteyip, neyi istemediğimiz; bir ilişkiden ne beklediğimiz, kiminle ve nasıl mutlu olacağımız böyle belirleniyor. Her tecrübeden arda kalanlar, aklımıza virgüller koyuyor. Liste uzuyor, beklentiler artıyor, az ile yetinemiyor artık insan. Gelene bakıp, hüküm verebilir ve eleyebilir hale geliyor. Normal şartlarda bunda bir sakınca yokmuş, hatta iyiymiş gibi görünebilir. Ne kadar çok deneyimin varsa ve öğrenmişsen, o kadar az hata yaparmışsın gibi düşünülebilir. İyi de, gün geliyor, çıta öylesine yükseliyor ki, üstünden atlayacak kimse kalmıyor.
Seni sevmek büyük bir hataydı. Seni yaşadıkça, aşkının tadına vardıkça fark ettim ki, benim çıtam artık çok yukarıda duracak. Ah be sevgili, ne yaptın sen bana? Bir gün gideceksin ve kimse bu kadar yüksekten atlayamayacak….
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Adım aşk der gibi bakıyorsun, soyadın ne? Hangi zamanda edilen bir duaya karşılık geldin? Artık şarkılardan fal tutmuyordum ve kimse için söylenecek bestem kalmamıştı, o yüzden mi buradasın?
Adın Aşk, Soyadın Ne?
 
Aşkın kendisiymişsin gibi yürüyorsun yollarda, tafran da bundan olmalı. İnandırabilecek misin kalbimi? Sevda dediğin vurgunları önceden çok yedim ben, şimdi derin sularda yüzmüyorum, bir okyanusun ortasında huzurla maviliği izlemek gibi hayallerim de kalmadı. Kandırabilecek misin?
Duvara nasıl çarpıldığını bilirim, ayak sesi dinlemenin hazin yalnızlığına da batıp çıkmışlığım vardır. Senden önce geçtiğim bir ömürden kalma anılarım var aklımda, birazı karanlık ve acı, silebilecek misin? Beynimin derinliğinde sesler, yüzler, fotoğraflar, kalabalık ve karmakarışık, eline bir fırça alıp, beyaza boyayabilecek misin?
Şimdi olduğumdan farklı biri yapmaya çalışmadan sevebilecek misin? Bu halime gelmek için çok bedeller ödedim. Bir çamur parçasıydım, şekillendim önce, sonra cehennemlerde yandım alev alev, şeklim bozulmasın diye. Sonra boyandım, gri de bir renk değil midir? Lafta kolay gelir de, yaşaması ağırdı. Gördüğünden başka bir ben var içimde, onu bulup çıkarabilecek misin?
Dilimin suskunluğuyla, aslında ne ağır konuştuğumu duyabilecek misin? Cümlelerim içinden ışık hızıyla geçecek mi, yoksa gerçekten dinleyecek misin? Bağırırsam herkes duyar elbette, önemli olan sessizliğime bakıp, ne dediğimi anlayabilecek misin? Sıradanlaşmayı ben de bilirim, hatta kolay bile olurdu, tırnak içinde veya büyük harflerle anlatmak derdimi ama ruhum yaşlıdır benim, görüntüme bakma. Biriktirdiğim yıllara neler sığdırmışım, sayabilecek misin?
Kafam bozulsa bir gün, basıp gitsem uzaklara, kimseye haber vermeden, gizlice; peşime düşüp gelebilecek misin? Aşk uğruna yollara düşmek ne demek, en iyi ben bilirim. Öyle büyük bir yürek lazımdır ki, gidenin ardından, aynı hayale koşabilmek için. Kendinden, düzeninden, alışkanlıklarından vazgeçip, bir sevda uğruna kalkıp gidebilecek misin?
Biraz zor gelmiş olmalı isteklerim. Tok misafir ağırlamak gibidir benim aşkım, bütün bunları göze alabilecek misin? Biraz pazarlık edelim istersen. Sen inandır ve kandır beni, kimsenin sevemeyeceği kadar büyük bir kalp vereyim karşılığında. Başkalarından sakladığım, temiz kalmış yanımı sana emanet edeyim. Beyaza boyayabilirsen hafızamı, ben de gençliğimi, sonsuz güveni, sadakati, neşeyi ve mutluluğu vereyim sana. İçinde hiç siyah barındırmayan bir kadın teslim edeyim. Öyle ya, hafızası olmazsa insanın, kötülüğü bilir mi? Sen değiştirmeden sevmeyi becer, ben fark etmeden sana dönüşürüm zaten. Cümlelerimin altını doldur sen, ben de en güzel aşk şiirlerini yazayım adına ve bir sözüne canımı vereyim. Sen düş peşime gel, tutkuna hayran kalıp, ömrün boyunca yaşayamayacağın bir hayatı ayaklarının altına sereyim.
Adım aşk demiştin galiba, peki soyadın ne? Ayrılık mı?....
 
 
 
 
 
 
 
Dönmeyecek Birini Bekleyenler!
Derin bir iç çekti kadın, serin bir yaz akşamında, camın kenarından uzaklara bakarken. Hiç dönmeyecek birini bekliyordu. Aynı anda başka bir şehirde, beklendiğini unutmuş bir adam, sonsuz gibi duran karanlık denizi seyrediyordu.
Şimdi aralarına büyük mesafeler girmiş bu iki yürek, kısa zaman önce sadece birbirleri için çarpıyordu. Biraz daha dayanabilseler, bugün üç yılı bitirmiş olacaklardı. Gözü hep telefondaydı kadının, her arayanı sevdiği adam sanıyor, kalbi hızla çarpıyordu. Vakit geçtikçe umudunu kaybetti. Bir gün daha dönmeyecek birini bekleyerek sona ermişti ve kim bilir ne zaman geçecekti içindeki bu yararsız umut?
Bu yazıyı okuyan kaç çift göz, geçmişte bir yola saplanıp kalmıştır? Bir pencere kenarından, gece demeden, gündüzü görmeden bekleyip durmuş kaç yürek vardır? Ve hala kaçı beklemektedir? Bu yüzden caddeye bakan evleri sevmem ben. O yoldan beklenen hariç herkes gelip geçer. Köşeyi dönen bütün yabancılar, bir an için özlenen kişiye benzerler. Yüzleri seçilmese de uzaktan, boyları, endamı, yürüyüşleri andırır. İnsanın midesine kramplar girer o anda, bir tebessümlü heyecan yerleşir yüzüne, sadece birkaç saniye, geldiğini zannedip sevinir bekleyen. Oysa ne demiştir Yahya Kemal Beyatlı şiirinde: “ Birçok gidenin her biri memnun ki yerinden, çok seneler geçti, dönen yok seferinden..”
Beklemek zaten zor eylemdir ama dönmeyecek birini beklemek nafile bir çabadan öteye gidememiştir hiç. Sevdanın asaletine ne kadar yakışıyor olsa da, bir yaşamı törpülemektir yararsız bekleyişler.
Beklemek, zarif bir ruha, büyük gönüllere yakışır elbette. Kendinden vazgeçerek, soyunarak üstünlüğünden ve egosunu kırarak bekler insan. Kim bilir kaç tohum filizlenir, serpilir, büyür, çiçek açar o zaman aralığında? Uzun bekleyişlere sabrederken, kendisi bekleyiş olur bazen kişinin. Gerçekten sadece bir ümit, bir kavuşmanın sarılma anına bağlı hayallerle mi böylesine inatçı durabilir insanoğlu? Beklemek kadar ısrar ve inatla yapılan başka kaç eylem vardır ki?
Bazen kabullenmek gerekir, dönmeyecek birini beklemek, bir çeşit intihar gibidir. Giden, sevildiği kalbi terk etmeyi seçtiyse, geri gelişi bekleyene daha büyük yaralar açacak demektir.
Her şeye rağmen, yaşamın içinden bir lezzettir beklemek, yüreği bükerek eğiten, sabrı öğreten, ruhu geliştiren bir zaman yolculuğudur; eğer bekleyişi hayatın kendisi haline getirmemişse insan…
 
Aşk Hakkında Hiçbir Şey Bilmiyorsun!
Herkesin bildiklerinden farklıdır mutlaka bildiklerin. Anlatmaya başlasan saatlerce de dinletebilirsin. Aşkın mantığını, felsefesini çözmüşsün ya beyim; yanılıyorsun! Sen
Aşk Hakkında Hiçbir Şey Bilmiyorsun!
Bildiğini sandıkların gönülde işlemez. Gerçek bir aşk yolcusu olmamışsın ki hiç! Bahsettiğim ille de kadına duyulan aşk değilken üstelik, sen yine de bilmiyorsun, aklında biriktirdiğin milyonlarca kelimeye rağmen. Teoride yaşamak senin yaptığın, pratiğe gelince çürüyorsun. Kendi kapanlarını kurmuşsun yollara, o rotada gideceğini bilerek hem de, farkında değilsin, kaçırdığın sadece aşk değil, bir ömre uzaktan el sallıyorsun.
Sana, beni sevmeyi beceremediğin için kızgın değilim. Tam tersi kendini sevmekten vazgeçmene bu isyanım. Oysa nasıl değişirdi şu bir türlü kabullenemediğin dünya, bilsen, aşkın lezzetini bir tadabilsen. Ah be sevgili! Dışarıda henüz güneş batmamışken, neden geceye çevirir ki bedenini insan? Bu düşünce tarlasına ektiğin tohumların yanında çıkan dikenlerin, aşkın parseline denk gelmesi de, tesadüf müdür acaba? Kendini böyle sevilmeye layık görmüyor mu ki ruhun? Aşkın özrü yaşam olamaz. Hangi yanına dönsen bitiremediğin şu günlük hayat dertlerini, üzerine zırh gibi giyerek, kaçtığın bu koyu yalnızlıkların da sence bir açıklaması vardır elbette; zaten amaç bu değil mi? Hep sebepler bulmadın mı düşleyemediğin yaşanacaklara? Düpedüz korkaksın işte! Boşuna itiraz etme, gönül kilitleyip suyun karanlık yerlerine kaçarak, tam ortasında duruyormuş gibi gösterip aslında yok olmak bir aşkın içinden, korkaklık değilse nedir?
Sen aşkı Azrail yapmışın kendine, oysa yaşamın en kolay tarafıdır ölmek. Sevmeden yaşamak meziyet değil, o kavuran dertlerine rağmen hayatın sevebiliyorsan, işte o zaman senindir zafer. Bana dünyayı anlatma, ben cehennemin en dibinden geldim hayatın ortasına. Piştiğim, kavrulduğum yangınlarla eğittim ruhumu. Savaşmak ne demek en iyi ben bilirim. Tek başına bir kadın olarak cenk etmekten, ayakta durmaktan, püskürtmekten daha zor olamaz, senin kavga dediklerin. Yine de kalbimi korudum kötülüklerden, hatta sadece yüreğim kalmış olabilir temiz kalan bu bedende.
Her şeyin, dünyanın tam merkezinde durarak, gezegenleri kendi etrafına alıp, bu koca sonsuzlukta, senden başkasının derdi yokmuş ve en çok seninkiler büyükmüş gibi salınıyorsun ya; sadece gülümsüyorum. Elindeki misketleri gösterip, “ne kadar ağır bunları cebinde taşımak biliyor musun?” diyorsun. Gözlerin bir an sırtımda duran küfeye kaysa, içinde taşıdığım o kocaman kaya parçalarını görsen, belki utanacaksın suskunluğumdan. Bakmıyorsun! Aşk dediğin koca bir yalan senin için, zorla, ellerinle parçalayarak yalan ediyorsun.
Sevgili, bilirim ki kimsenin yüreğine zorla koyulmaz aşk dediğin. Ne Afrodit karışır bu işe, ne Eros! Sen kalbinden vazgeçtiysen, Alaaddin’in lambasından çıkan cin bile, söküp alamaz, üstüne her gün yenisini ekleyerek sıktığın demir kemerleri kalbinden. Ben sadece söylüyorum, aşka dair anlattıkların var ya, hepsi hikaye, sen aşk hakkında hiçbir şey bilmiyorsun!
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Sen Zaten Derin Bir AyriLik Yasadin Yüreginde...Bundan Derini Ne oLabiLe
 
 
 
 
 
 
 
“Gün gelecek Allah’a bana yaşattığı bu sıkıntılar için şükredeceğimi biliyorum” demişti bir arkadaşım. Belki de hayatının en zor günlerini yaşıyordu. Zorlukların insana ne kadar büyük dersler verdiğini uzun uzun konuşmuştuk. Bir acının öğrettiğini bin kahkahanın öğretemeyeceği üzerine birçok örnekler vermiştik o konuşmamızda. Aradan iki yıla yakın bir zaman geçince arkadaşımın haklı çıktığını gördük. O günlerin acı görünen olaylarının, kendisine ne kadar büyük kapılar açtığını gördükçe “verdiğin acılar için sana şükürler olsun Allah’ım!” demeye başladı. Gündüzleri fırsat buldukça bir araya geldiğimiz arkadaşıma o günlerde aşağıdaki hikayeyi yollamıştım. “Strese girenin imanından şüphe ederim!” başlıklı yazımı anlamayan ve/veya yanlış anlayan arkadaşlar umarım bu sefer beni doğru anlarlar. Yaşlı kadın, bir antika dükkanından aldığı yüzyıllık fincanı özenle salon vitrinine yerleştirdi. Fincanın biçimi, üzerindeki işlemeler, renkler onun bir sanat eseri olduğunu söylüyordu. Ödediği fiyatı hatırladı; hayır, hiç de pahalıya almamıştı. Hayranlıkla fincanı seyretmeye devam etti. Derken, birden fincan dile geldi ve kadına şöyle dedi; “Bana hayranlıkla baktığının farkındayım. Ama bilmelisin ki, ben hep böyle değildim. Yaşadığım sıkıntılar beni bu hale getirdi. Kadın şimdi hayret içindeydi. Önündeki kahve fincanı konuşuyordu! Kekeleyerek: “Nasıl? Anlayamadım?” diyebildi yaşlı kadın. “Demek istiyorum ki, ben bir zamanlar çamurdan ibarettim ve bir sanatkâr geldi. Beni eline aldı, ezdi, dövdü, yoğurdu. Çektiğim sıkıntılara dayanamayıp: “Yeter! Lütfen dur artık!” diye bağırmak zorunda kaldım. Ama usta sadece gülümsedi ve; “Daha değil!” diye cevapladı beni. “Sonra beni alıp bir tahtanın üzerine koydu. Burada döndüm, döndüm, döndüm. Döndükçe başım da döndü. Sonunda yine haykırdım: “Lütfen beni bu şeyin üzerinden kurtar. Artık dönmek istemiyorum!” Ama usta bana bakıp gülümsüyordu: “Henüz değil!” “Derken beni aldı ve fırına koydu. Kapıyı kapayıp ısıyı arttırdı. Onu şimdi fırının penceresinden görebiliyordum. Fırın gitgide ısınıyordu. Aklımdan şöyle geçiyordu: Beni yakarak öldürecek” Fırının duvarlarına vurmaya başladım. Bir taraftan da bağırıyordum: “Usta usta! Lütfen izin ver buradan çıkayım!” “Pencereden onun yüzünü görebiliyordum. Hala gülümsüyor ve “Daha değil!” diyordu. “Bir saat kadar sonra, fırını açtı ve beni çıkardı. Şimdi rahat nefes alabiliyordum, fırının yakıcı sıcaklığından kurtulmuştum. Beni masanın üstüne koydu ve biraz boyayla bir fırça getirdi. “Boyalı fırçayla bana hafif hafif dokunmaya başladı. Fırça her tarafımda geziniyor ve bu arada ben gıdıklanıyordum. “Lütfen usta! Yapma, gıdıklanıyorum!” dedim. Onun cevabı ise aynıydı: “Henüz değil!” “Sonra beni nazikçe tutup yine fırına doğru yürümeye başladı. Korkudan ölecektim. “Hayır! Beni yine fırına sokma, lütfeeen!” diye bağırdım. Fırını açıp beni içeri iteleyip kapağı kapattı. Isıyı bir öncekinin iki katına çıkardı. “Bu sefer beni gerçekten yakıp kavuracak!” diye düşündüm. Pencereden bakıp ona yine yalvardım, ama o yine “Daha değil!” diyordu. Ancak bu defa ustanın yanaklarından bir damla gözyaşının yuvarlandığını gördüm. “Tam son nefesimi vermek üzere olduğumu düşünüyordum ki, kapak açıldı ve ustanın nazik eli beni çekip dışarı çıkardı. Derin bir nefes aldım, hasret kaldığım serinliğe kavuşmuştum. Beni yüksekçe bir rafa koydu ve usta şöyle dedi: “Şimdi tam istediğim gibi oldun. Kendine bir bakmak ister misin?” Ona “Evet” dedim. Bir ayna getirip önüme koydu. Gördüğüme inanamıyordum. Aynaya tekrar tekrar baktım ve “Bu ben değilim. Ben sadece bir çamur parçasıydım.” “Evet bu sensin!” dedi usta. Senin acı ve sıkıntı diye gördüğün şeyler sayesinde böyle mükemmel bir fincan haline geldin. Eğer seni bir çamur parçası iken üzerinde çalışmasaydım, kuruyup gidecektin. Döner tezgahın üstüne koymasaydım, ufalanıp toz olacaktın. Sıcak fırına sokmasaydım, çatlayacaktın. Boyamasaydım, hayatında renk olmayacaktı. Ama sana asıl güç ve kuvveti veren ikinci fırın oldu. Şimdi arzu ettiğim her şey var üzerinde.” Ve ben kahve fincanı, şu sözlerin ağzımdan çıktığını hayretle fark ettim: “Ustam! Sana güvenmediğim için beni affet! Bana zarar vereceğini düşündüm. Beni benden fazla sevip iyilik yapacağını fark edemedim. Bakışım kısaydı, ama şimdi beni harika bir sanat eseri yaptığını görüyorum. Benim sıkıntı ve acı diye gördüğüm şeyleri bana verdiğin için teşekkür ederim… Teşekkür ederim.” Usta fincanı, yaratıcı insanı şekillendirir. Yeter ki acı da ki hikmeti görelim. Kahrın da hoş, lûtfun da hoş demesini bir öğrenebilsek…

Blog Arşivi