11 Ekim, 2009

Yargılar Bitti,İnfaz Vakti!

Yine yol görünüyor ve yeni dehlizlerde kaybolmak gerekiyor. Öğrendim ki kuş bakışı bakmak, kuş gibi bakmak değilmiş hayata... Yargılar bitti, infaz vakti! Ellerimde görünmeyen kelepçeler, ayaklarımda ruhsal pranga! Çok deli değil aslında geçmiş. Sadece cümlelerimdi onu mükemmelleştiren...


Bir sabaha karşıydı, tam hatırlayamıyorum... Aynadaki enkaza bakmıştım ve kan damladı hislerimden. Mutluluğun sonsuza dek terkettiği en geri gelmeyen cinsinden... Bu sefer farklıydı!


Her gideni yolcu etmesini bilmediğimden olsa gerek ne itebildim, ne de tutabildim zamanı... Koşturup peşinden ayrılıkların sonsuz kaçışlara sığındım. Şimdi gözlerim bağlı ve artık yargılar bitti, infaz vakti!


Dar ağacı kılığında üçgen bir obje değil yaşam! Bazı hataları erken yaptığımdan olsa gerek, çok olgun kıldı beni bu metanet! Anladım ki giden hayatı geri getirebilecek bir ilaç yokmuş! Dünkü güneşle bugünkü çamaşırlar kurutulmuyormuş...


Yazık! Geç anladım... Hayatın yaşamaktan ve ölmekten başka dokusu yokmuş. Yargılar bitti, infaz vakti!!!

alıntı

Hani unutmak bir mumun ömrü kadardı

Hani unutmak bir mumun ömrü kadardı.Kaç mum eridi gözlerimin önünde hayalini eritemedi hiçbiri.
Hani imkansızlıklar ellerimizde tükenirdi.Kaç imkansız tükendi avuçlarımda bir sen kalakaldın parmak uçlarımda tek imkansızım.
Hani uçurumlara merdivenler yapardık kenetleyip ellerimizi.Sensizlik mi uçurum yaşamak mı uçurum seni sensiz bir başıma.
Dokunmakla mı yaşanırdı anılar.Kıyamadıgım tenine dokunmayalı kaç asır geçti halbuki peki neden yaşamaktan usanmadı anıların.

Kelimelerin karışıyor beynimin kıvrımlarına.Sen başka tenlerde erirken ben senin kokunda tükeniyorum.Gitmek kolaydı sen gitmeyi seçerken ben hiç gidemeyen olmuştum halbuki.Kendime bile itiraf edemediğim sevgini yaşamayı seçen olmuştum.

Tek yanlışın tüm dogrularımı sildiği yerdeyim.Senle başladıgım ve bir daha hiç ayrılamadıgım yerdeyim.Sense benden sonra tükettiğin kimbilir kaçıncı sevdanda.
Eski bir fotografın yakılmış kısmıyım belki de artık.Ama o sonsuz sevgiyi sonsuz kılan parçayım.Sense puzzlemın kayıp parçası.

Hani yeniden severdi insan.Denemedim zannetme.Seni silmek için tutundum bir başkasının avuçlarına,beni yabancı ellere nasıl bıraktıgını hiç kabullenemeden.
Belki de bir aldatmacanın başrol oyuncusu olarak,kalbimin kapılarını kapatıp yüreğimi susturarak.

Sana yazılmadı bu satırlar üstüne alınma.Bu satırlar yüreğimin sessiz konuşması sadece.Dillenmeden aglaması.Sesini hiç duyuramadan tekrar susması belki de.
Kaç yıl geçti oysa sen umarsızca gideli.Hani görmeden sevemezdi insan.Oysa yüzündeki tüm çizgiler ezberimde dururken kalbimden nasıl silinir suretin.

İşte yine sensizlik kokan bir gecenin demindeyim.Sen gideli güneş dogdumu sahi.Denizin yosun kokusu yayıldı mı yine.Martı çıglıkları sardı mı gökyüzünü ya da gökyüzü aynı mavi mi.Sen gideli gece buralarda.Gökyüzü hep siyah.Deniz yosun kokmuyor.Dalga sesleri bile sustu.Yagmurlar yagar bazen gözlerime.Sen gittin gideli mevsim hep kış.Buzdan bir yatak seriliyor ayaklarımın bastıgı yerlerde.

Hani ben hiç gülmekten vazgeçmezdim.Şimdi neden sahte gülücükler var yanak kıvrımlarımda.Neden ıslatıyor yagmur damlaları birer çig olup yanaklarımı.En sevdiğim mevsim bahardı şimdi anlıyorum baharım da sen.Papatyaların üzerine serilip gökyüzünün mavisini seyretmek gibi hala seni düşünmek.Gelincik tarlasına yol almak gibi hayalinde yaşamak.Galatadan İstanbul u seyretmek gibi fotografında uykulu gözlerim, yastıgıma sıgınıp sana uyumak.

Söyle savurabilirmiyim kalbimden seni ötelere.Ya da kaç uzak alır götürür seni benden.Kaç asır unutturur sevdanı.

Hani unutmak bir mumun ömrü kadardı?Kaç mum eritmeli daha?Yüreğime akıtmadan sevgini ya da kaç mum sığdırmalı hayatıma seni unutmak için?


alıntı

Sus İndi Gecelerime..

Sus İndi Gecelerime..pustum
Susma Sevgili..

Beni uçurumlarda ağlıyor bulmuşken
Susma!..
Alevle yakılmış kelimelerinin biri bitmeden,
Diğeri saplasın ciğerlerime..
Her kelimen ayrı bir hançer acısı versin yüreğime..
Yüreğinde yara bağlamasın çıplak öfkelerin,
İçinde kalmasın en gariz küfürlerin..
İşte bedenim burda,
Dilinin ucunda ne varsa say sayabildiğin kadar....

Boynumu yalnızlığın ayak ucuna bükmüşken,
Beni " bende " bu kadar zayıf yakalamışken,
Ez, ezebildiğin kadar..
Öfkelerini kus avuçlarıma..
Ölüm fermanlarını sun yaralı canıma..
Kendim düşmüşken uçurumlara,
Kendi yarınlarımı kendim hançerlemişken,
Bir de sen vur, vurabildiğin kadar...

Tek bir kelime etmeden vur boynumu..
Hayatında biriktirdiğin öfkelerin hesabını..
Fütursuzca benden kes sevgili!..
Mahşere kalmasın hesabın..
Hançeri al, gözlerime sun..
Giderken son hediyen olsun kanlı hançerin..
Vur vurabildiğin kadar Sevgili!..

Hakkın varsa eğer hesabın mahşere kalsın sevgili!..
Yok kalmasın diyorsan;
Bana gelen yolu,
Ve yüreğimin adresini biliyorsun..
Öfkelerini beline kuşanıp çık karşıma!.
Doğrulttuğun namluya,
Yüreğimi usulca sürmezsem namerdim.

Yaralarıma Tuz Bas

Yaralarıma Tuz Bas Dua Çiçeğim
Gidişinden aylar sonra cevap hakkımı kullanıyorum dua çiceğim..---

Gidişin bir Kasım günüydü. Beyaz karların şehrimi istilasında öğrendim gidişini..Gittin, sevginde bir bahar göremeden çekip gittin..Ben bu satırları yazarken kim bilir sen gerçeğin aynasında yarınlara dair düşler kurmaktasın..Ben ise yalnızlığa inat kırdığın yüreğimden kalan son parçalarıyla birşeyler karalıyorum işte.Sakın üzerine alınma bu satırları. Toprağa gömülmüş bu ayrılığı kaldırıp yeniden filizlendirmek değil niyetim. Bu satırları sen okuyasın diye değil , gidişinden sonra içimde biriken bir avuç fırtınayı fakir satırlarımda yakmak istediğimdendir sevgili. Gidişin hala gözlerimin önünde. Son oynunu oynamak üzere sahneye cıkmış figüran gibi yalnızlığın suflelerini okuyup gittin...

Gittin. Yüreğinde baharları beklerken rüzgarı koynuna alarak gittin..Sessizce gittin, kör uçurumlara saldım düşlerimin kırık kovalari. Hani bir zamanlar yüreğine umut taşıyan kırık kovalarım var ya.. İşte o kırık kovalarla sensizliğin kör saatlerinde hep gidişinin öfkeleri taşıdım yüreğime. Her kovada sensizlik yağdı üzerime. Her kovada cayır cayır yandı düşlerim..Ama hep sustum.. Sahipsiz çığlıkları yükledim yamalı heybeme..Azık diye bildiğim gülüşleri aradım durdum yalnızlığın güneş görmeyen köşelerinde..Yollara koyuldum, pusulasız halimle. Seni aradım, tek bir kelime etmeni bekledim.." Hoşcakal " kelimesinin dudaklarından yüreğime hançer gibi inmesi bekledim..

Gittin, tek bir kelime etmeden. Anılarımızı kibritsiz yakarak gitmiştin. Gittin oysa ben yüreğime nice yalanlar söyledim bir gün dönecek diye..Pembe yalanlarla avuttum kendimi. Yalanlarla avutmasam kendimi; ayrılığın soğuk teriyle korkusuzca yüreğime dayacaktim kör kurşunları..Oysa ben ölmeyi değil; senin uzaklarda ama bana bir nefes kadar yakın olan varlığında yaşlanmayı istiyordum.Pembe yalanlarımdan düşler kurup gelmeni bekledim sevgili..Sakın yanlış anlama sevgili ; benden önce kurduğun hayatı ellerinle yıkıp ikimizin mavi düş tarlasına geleceğine dair düşler değil kurduklarım. Bir gün dönüp " Gidiyorum, Hoşcakal " kelimelerinden ibaret kuru cümleyi alnımın yazgısına yapıştırıp son kez ait olduğun yalnızlığa dönmene dair yalanlar, düşler büyüttüm yüreğimin soğuk köşelerinde..

Gittin, "dua çiceğim" bildiğim yüreğinden " yüreğime" bir veda sözcüğünü esirgeyip gittin. Hani dönülmez sözler vermiştik birbirimize. Şimdi yeminleri tutmayan tek benmişim gibi tüm tövbelerin adaklarını acılarla ben ödüyorum; sen değil !Hani aynı gözle ağlayıp aynı yürekle gülümseyecektik biz. Hani sarı denizlerin üzerinde " vuslata" kulaç atacaktık seninle..Öğretmenliğe başladığın okul yolunda ayakların yorulmasın diye sırtını sana seren bu yüreğe çok mu gördün bir veda kelimesini..Çok mu gördün bunu sevgili ? Nefesim diye övündüğün bu sevdayı bir ayrılık cümlesiyle bitirememek niye sevgili ? Suskunluğun elbisesini çıkar üzerinden..Susma sevgili.. Tek bir kelimenle ölmeye hazır yüreğime tek bir söz söyle hadi..Kurşunları kelimelere ilmekleyip, son infazını boynuma geçir sevgili....

Biliyor musun gidişinden aylar sonra bile içimde kanıyor gidişinin sessizliği..Gidişinin tek kelimeye bile sığdırılamayan ezikliği hala sırtımda kambur. Yüreğim hala kırgın, gözlerim hala ıslak. Hala böğrümde suskunluğun bıçaksı dişleri. Üzerime giyindiğim elbiseden göremediğin irinleşmiş yalnızlığın duruyor göğsümde..Belki de senden kalan tek şey bu.. İrinleşmiş yalnızlığın.. !

Ayazlara gebe kalmış yüreğimle konuşacak o kadar cümlelerim var ki..Şimdiye kadar hep sen üzülmeyesin diye dudağımı büküp kelimelerimi ezdim dilimin ucunda. Ayrılık kelimelerini erteleyip bir gün tekrardan gelip gidişinin son kelimesini edeceksin diye bekledim durdum. Beklerken seni, sabır zırhını giyindim üzerime. Sustum, bir dağ gibi. Kurudum bir yaprağın sonbahardaki ölümü gibi. Yavaş yavaş ve içten içe...Ölmeyi bekleyen bir çınar ağacının solgun yapraklarını görüp köklerini bedeninden koparması gibi bende yüreğimden düşlerimi kopardım. Acıta acıta ve yavaş yavaş...Oysa öfkelere bürünüp kilit vurduğum dudaklarıma gidişin acısını anlatsam fırtınalar kopacaktı mavi denizlerimde. Belini kırıp yalnızlığın gölgesinde oturan yaralarıma bir dokunsam denize kavuşmaya hasret bir göl gibi avuç avuç kanayacaktı yüreğim. Damarlarımdan taşacaktı ayrılığın zehiri.. Biliyorum, beni ezip taşacaktı. Bentler kuracak olsam da yıkılacaktı önündekiler teker teker. Keşke bendeki sessizliği , yüreğimdeki ezikliği görüp son kez gelsen.. Toprağa gömülmüş aşkı tekrar filizlendirmek için değil; köklerinde yanan öfkeleri susturmak icin gelsen..Son kez ölümü dudaklarıma değdirip keşke kangren yaralarıma tuz diye gidişinin közlerini bassan sevgili..

" Dokuz aylık acının,
Son doğum sancılarıydı yüzümde gizlediğim.
Kangren olmuş yanlızlığın,
Son satırlarıydı alnıma çizdiğim.
Artık toprak olmuştur sevdan,
Bir sayfa değildi üzerine kapanan;
Vefasız sevdanın ölüm fermanıydı
Tozlu raflara kalkan......"

10 Ekim, 2009

Masalım / Oyuncaklarım / Günahlarım

Masalım / Oyuncaklarım / Günahlarım
Özletmeyin Azrail�i..Ayartmayın yalnızlığı aleyhime.
Kurban edin beni düşsüzlüğüme..
Daha fazla zorlamayın öyküsüzlüğümü.
İsnat edilen tüm suçları kabul ediyorum.
Suskunluğum/ tek suçum..�

Ben ki; suç mahallinde yüzlü kirli bir çocuğum. Üstüm başım hazan. Görüyorum ki; çoktan kurulmuş sandalyeler, tam orta yerinden vurulmayı bekliyor gövdem. Birazdan ayıklanır yüreğim köklerimden. Ben ki; üstü örtülmüş karanlıkların tek müsebbibi, ben ki; tüm günahların ev sahibi. Soluğumdan çekin ellerinizi. Bana ölmeyi tek çare göstermeyin.Susmayın ya da susturmayın beni. Bana biçtiğiniz dışı kalabalık içi çıplak sıfatlar yetmemiş olacak ki, rahmimde taşıdığım düşsüzlüğüm kürtaja zorlanmakta..Çekin ellerinizi gövdemden. Çekin gözlerinizi geleceğimden. Özletmeyin bana Azrail�i.Bedenim çamurdan ibaret. Bırakın bulansın yüzüm öyküsüzlüğüme.

..........

Masalım / Kırıklarım, oyuncaklarım. Hepsi darmadağın işte. Arama beni � bende � .Kayıplardayım. İçimdeki çocuk depreşti / sadece suskunluğum nüksetti.Farkındayım, tükenen kelimelerimin sende açan yaranın büyüklüğünü. Ne olur sen bari anla beni. Başarabildiğim, umutlanabildiğim tek varlık sensin. Tutunduğum, kendimi bulduğum, kendimi kendimle yendirip sende kendimi var ettiğimsin. Bilesin ki senden başka hiçbir gövde kabul etmez bu hakir kökleri. Hiçbir gökyüzü yer açmaz benim gibi uçları kırık uçurtmalara. Ne olur sen bari anla düşsüzlüğümü/ öksüzlüğümü. Kapadıkça açılan yaralarımı bari sen yama. Ört üzerimi yoksa..Yoksa ben bende tükenecek. Tut ellerimi masalım/ tut..Sakın bırakma.



Eksik kaldığımı, seni senle başbaşa bıraktığımı söyle..Senin dışındaki herşeyden kovulan bu yürek, senden başka hangi izânın ayak ucunda avunur söyle.Susma ne olur.Beş para etmez bir gölgem duruyor önümde.Sende bana ait ne kadar eksik varsa söyle.Tamamlayamadıklarımı, yamayamadıklarımı anlat bana.Gülümse sen, içindeki birikmiş tüm sözcükleri anlarım ben. .Senden başka bilmediğim lisana inat öyküsüzlüğüme, öksüzlüğüme bir anlam daha katarım.Yeter ki sen söyle...

Ben ki, seni en az senin beni sevdiğin kadar sevdim.İnkar etmiyorum, bazen seni suskunluğumla başbaşa bıraktım.Bazen de boşluğa saldım seni.Ama her zaman sevdim; en azından senin kadar sevdim..Unutmanı istemediğim tek bir şey var.Ben ki, her çicekten bal almaya yeltenen bir arsız değilim.Ben ki, uğradığı her limana zehrini akıtan yabancı uyruklu bir gönül hırsızı değilim..Ben sadece, unuttuklarımı unutmaya çalışan imlasız çocuğum, gözünde yağmuru eksik olmayan...

Söyle ne olur seni bensiz mi bıraktım ? İçimdeki hangi söz, hangi cümle, bensizliğin kanıtı ?
Sor bakalım kalbine..Seni hangi gölgeye emanet ettim ? Bedel ödeyeceğim diye kimin diyeti bildim seni ? Kovulduğum yüreklere yüzümü bulayan ben, suskunluğun dilinde kanıyor. Sanki susmaya yeminli. Sanki konuşmamaya sözleşmeli. Benimkisi sadece ihtimalleri ayıklanmış çığlıklar.Aldırma alıngalıklarıma..Aldırma kendimdeki susmalarıma.Öyküsüzlüğüme denk geldi ağlamalarım..Suskun muyum yoksa, içimde sana yakılmış ağıtlarımın sesini duymuyor musun yoksa ?

Ey kanatları kırık kadın;

Beni bırak benle. Sendeki ben varken ölme zamanı mı şimdi. Doğrul kazdığın mevzilerden. Utanma sakın yüzünden akan gözyaşlarına. Aldırma yüzünü yalpalayan rüzgara. Yetmedi mi bedenini pervasızca harcadığın ? Yetmedi mi kendini geçmişe gelin ettiğin ? Bırak yüreğini avuçlarıma.Olduğun yere kücük bir gökyüzünü çiz. Her gece başını yastığa koyduğunda yüreğinin enginliğine bir yıldız koyuver dudağın ucuyla. Aldığın her nefese bir umut ekle. Ben � bende � savaşırken sen sendeki beni gölgelerine sığın. Hani sen umuttun, hangi sen dayanıklıydın ? Sıra mı ölmenin. Soyun üzerindeki vesvese dehlizlerini. Sıkı giyin hayatı.. Sakın ardına bakma. Yaşayamadıklarınla örme hayat evini. Küçük sevinçler iste, acı ve gözyaşı değil.. Avuç ici miktarında gülüşler dile kendine. Kendine bir yüz seç. İmkansızlığına bir kürek miktarı sevgi aç. Hisset kendini bende . Varlığını demirle gözlerime. Sığın kokuma, sığın adımın baş harfine. Soyadımı alamasan da adını fısılda kulağına. Sakla beni en derine.. Gözlerinden ibaret bir dünyayı hediye eyle bana.Varlığından utanacak değil; varlığınla duyulacak bir perdeyi arala gözlerime. İçimdeki cocuğu bırak. Bana bir masal anlat içinde sadece umut var olan. Bana bir hayat ver içinde � can � olan. Bana bir söz söyle içinde � ölüm � olmayan....

Ey hazanı bol mevsimin bahara bakan yüzü,

Ayak uçlarımdan hayat çekilirken canını canından çekme zamanı mı şimdi ? Bırak ellerin değmesin ellerime. Varlığıma tutunyeter.Karanlığın içinde bir mum yakıver. Ellerini gökyüzüne çevir. Adını bırak dudaklarıma. Gidebildiğin yerde değil, yaşadığın yerde nefes al. Her gece başını koyduğun yastığı göğsüm bil. Akıt gözyaşlarını benim için. Bırak aksın içimdeki kabuk bağlamış yaralar. Kırıklarımı topla şimdi. Mevzini değiştirme silahı kırık asker. Sadece menzilini seni� sende � / sadece sen diye sevecek bu yüreğe çevir. Her satırımın bir masal olduğunu bil. Her nefes alışımı dua. Bana dönüp nerdesin diye sorma. Gögüs kafesinin üstüne koy elini ve gözlerini kapa.
Ben nefes aldığın yerde olacağım.
..

Zaman, ne yaşanacak kadar muhteşem,
Ne de ölüme koşacak kadar berbat..

�����
Ait olduğun yerde kal..
Sadece bir anahtar deliğindeki ışığa çevir yüzünü..
Gülümse sadece..
Varlığını sun..
Aitliğini değil�
Geçmişini, geleceğini bırak orada..
Bir masal ol içimdeki çocuğa�


Sakın sakın�
Suskunluğuma aldanıp bendeki seni yorma..
Sadece, gülüşlerini pencereden bırak..
Kim bilir o gülüşlerin bir gün umut olur bir yüreğe�

Masalım,
Kırık kanatlarını sar şimdi.
Sar ki;
Düşsüzlüğün içinde üşüyen bu yüreğe kanat ger..
Beni � bildiğim � kadar değil,
Bilmediğim kadar sev..

Git / Kapılarımı yüzüme gömerek

Git / Kapılarımı yüzüme gömerek…

Hakkım helaldir artık / gidebilirsin…Ha unutuyordum az daha..Gitmeden içinde birikmiş nice yalnızlıkları savur yüzüme..Babamdan yadigar bırakılmış emanetine yerine getirememiş birisi olarak helalliğimi sardım beyaz duvağa, suratını benden uzaklara çevirebilirsin ..Kapıyı ardına kadar açık bıraktın..Gitmene ramak kalmış..Benim gözlerim artık sana yabancı..Daha fazla rehin kalma güneş girmeyen iki göz hayat evine. Babamın acısını daha saramamışken, bir de senin eksikliğin.. Gel de kendini benim yerime koy. Bir zamanlar dört kalp vardı penceremizin ardında..Ansızın yitirilince canlar, yama bulunmaz ki noksanlığına.. Bir gün gidecektin lakin bu kadar erken bu kadar çabuk beklemiyordum. Belki de sana kızgınlığım biraz da kırgınlığım bundandır; bize sırtını bu kadar çabuk çevirmen, bize bu kadar uzak durman…Hadi git / ben senden gitmeden…Git…

Bit / Gözlerimdeki “ Meleği “ öldürerek…

Git gide uzaklaştın bizden..Aynı evde iki yabancıyız biz. Bizi bize yaklaştıran bir duvar..Ötesi yok işte. Biraz da aynı işyerinde çalışmamız...Sana gitme demeye kalmadan seni başka kıyılara kulaç atarken gördüm..Hatırlıyorum da; sen diğer odada mutluluklara kanatlanırken, ben diğer odada içimdeki “ Meleği “ yüreğimin mezarına defnediyordum. İkilemin ortasında, sensiz kalakaldım öylece..Sen sevinçten ağlarken, ben “ bizi” kaybetmenin derinliğinde boğuyordum kendimi. Sen yeni bir hayata söz verirken ya da “ bize “ yabancılaşırken gözlerim kırmızı bulutlara takılıyordu..Düşen yaşlardan değildi oysa…Düşen sendin..Düşen avuçlarımdan meleğimdi…

-------------

Oysa sen daha küçücüktün.. Daha dün aynı bahçede koşuşturan, oyunları bozan ben olsam da hep “ abisine kıyamayıp her şeyi kabul eden “ Meleğimdin sen.Daha gözlerinde yabancılaşmamıştım ben..Şimdi kanatlanma zamanı mı geldi yoksa ben mi yaşlandım anlayamadım..Sus pus içim..İkilem içimdeyim..Küskünlüğüm sana değil; seni benden bu kadar çabuk alan kadere…Bu ayrılık nerden çıktı ey içimdeki melek ? Gitmene bu kadar az zaman mı kaldı ?

Ey küçük meleğim ne çabuk büyüdün sen ?

Beyaz duvağına gözyaşlarımı nakışlıyorum senden habersiz. Kabullenemiyorum gidişini, bizden bu kadar erken vazgeçişini..Daha ben ölmedim be meleğim, nereye kanatlanıyorsun ki..Ya ben ölürsem ve sen gidersen anneme kim bakacak ? Susma cevap ver…Bu kadar çabuk gitmen niye ? Önce babamız terk etti, sıra sende mi..Sen de mi gidiyorsun ?

Tüm bulutları kirpiklerime topladım, tüm yağmurları gömüyorum gözlerime..Gitme desem de gideceksin..Bu ayrılığı bize çoktan biçmişsin anlaşılan..Git hadi..Sana bir Cennet vaat edemeyen bizlere arkanı dönüp git..Dört kelimelik bir ailenin bir kelimesini daha yitirdik velhasıl..Kaldı iki kelime ve yarım kalmış umutlar..

Artık bizde kendini bir fazla hissetmektesin sen..
Vur kapıyı git..
Gitme desen de gideceksin..
Ne de yol yarılanmış..
Oysa bilirdim ki,
Melek’ler hiçbir zaman insanları terk etmezmiş..
Oysa sen..
Bize yabancı,
Bana göre yalancı bir sabaha kanat çırpmaktasın…
Ağlıyorum çünki,
Yangına giden kanatlarını gördükçe,
Bir serçe yüreğinin nazeninliği yüreğim
Kıyılara vuruyor delice…
Git/me Meleğim…
Gitme…

…………

Kim bilir bu satırların yazıldığından bile haberdar olmayacaksın..
Kim bilir bu yürek/ bu ömür,
Senin beyaz duvağını,
Cennete savuracak kanatlarını görmeye yetmeyecek..
Meleğim yuvasını terk etmeden,
Bu ten söz’e hüküm verirken sana son sözüm;
Kırsan da yüreğimi,
Mutluluklar ancak sana yakışır…
Çünkü sen benim mutluluğa ulaşabildiğim kanatlarımsın…

İçten nice mutluluklara Meleğim…
Canım kardeşim / Seni çok özleyeceğim…

Verdiğim Tüm Sözler Hükümsüzdür!

Verdiğim Tüm Sözler Hükümsüzdür!
Kalp yorgunluğu nedir bilir misiniz? İçiniz üşür bazı geceler, tan vakti bir bıçak yarasının izi gibi, sızlar gönlün kabuk bağlamış yerleri. Bazen çok sevda artığından, bazen sadece yoksunluktan, kendinizi ruhun uçurumuna bırakıverirsiniz.
Verdiğim Tüm Sözler Hükümsüzdür!

Şu hayat denilen, kimine çok uzun, kimine kısacık bir an gibi gelen yolculuk; neden bunca yükü vurur sırtımıza? Hep acelemiz varmış gibi, telaşlı, üzgün, yorgun, az keyifli genelde mutsuz, içinde hep “daha” taşıyan bu koşuşturma neden? Daha zengin, daha mutlu, daha güzel, daha yalnız, daha çok ve bir dolu “daha” yüklü sıfatlarla örülüyor çevremiz.
Günler kendini tekrara başladı burada. Gönüllü yaşam mahkumluğu böyle olmalı. Geldik ya bir kere, tekamül etmeden dönmeyeceğiz. İyi ama ruhumun dayanacağı bir direk bulmak lazım. Elinde tuttuğu bir torba bile ağır gelirken insana, yüreğe basan bunca ağırlığı neyle taşımak gerekiyor?
Kalbin hasar almışsa bir kere, zamanla su alıp batarsın. Gemiler gibi işte! Hani deniz kıyısına çekilip, ölüme terk edilmiş, ileride parçalanıp başka işlerde kullanılacak demir yığını muamelesi gören gemiler vardır ya, işte onlar gibi, yüreği de kıyıya çıkıyor insanın bazen. Bakıyorsun, ileride başka bir iş için kullanılacak bir organdan öteye gitmiyor.
Bunları düşününce, dedim ki, bütün sözlerim geçersizdir. Attığım imzalar, verdiğim tüm yeminler, antlaşmalar, kontratlar, aşka dair ne demişsem sevdiğime, hepsi hükümsüzdür.
En azından dürüst bir duruş olur bu! Öyle ya, evlenirken söz vermemiş miydik? İyi ve kötü günde, hastalık ve sağlıkta yan yana duracağımıza; ben kendi adıma verdim. O zaman eşim olmak isteyen adam da aynı sözü vermişti. Boşandık, tüm sözler hükümsüzdür.
Aşkın en yoğun zamanında, bir gece yarısı sevişmesinin ortasında, daha terimiz soğumamışken, tenimize başka ten değmeyeceğine yemin eden bir adam da hatırlıyorum. Bana da aynı şeyi tekrarlatmıştı üstelik. Aklıma başka bir erkeğin kollarında olduğun geldiğinde bile çıldırıyorum demişti. O sözlere ne oldu peki?
Yeminler ve antların, aşkın bitişi ile bittiği yargısı çıkıyor ortaya, bu durumda, yapacak pek bir şey de yok gibi görünüyor. Aşk, var olduğu anın dışında yaşamıyor. Taahhütlerimi herkes kadar tuttum, herkes kadar bozdum.
Dün gece yarısı, etrafta sessizliğini korurken karanlık, çıkıp balkona bir sigara yaktım. Bu şehri seyrettim uzunca, ışık yanan evleri, uyumamış insanları, her yanan lambanın bir hayatın uzak işaretleri olduğunu düşündüm. Kaç yaşama tanıklık ediyorsa manzaram, o kadar sevda kırıkları dolu etrafım. Hepsi birisine, tutamadığı bir söz vermiş olmalıydı. Hatta, evliliğini, ilişkisini devam ettirenlerin bile, ilk zamanlar verdikleri yeminlere ne kadar bağlı kaldıkları da soru işareti yaratıyor kafamda.
Genetik olmalı, Adem ile Havva’yı hatırlayınca, Tanrı’ya verilen sözü bile tutamayan insanoğlu, kendi cinsine söylediğini ne kadar süre koruyabilir ki? Kafam bozuldu benim, verdiğim bütün sözler hükümsüzdür, hepsini ikinci bir emre kadar aşklarımın üstünden çekiyorum.
Bir daha hiç seviyorum demeyecek miyim? Elime başkası değemez, bir daha kalbimi kimse alamaz, seninim, ölene kadar gibi cümleler söylemeyecek miyim? Bunun cevabını şu anda vermek zor. Mantığım söylemem diyor ama ben aşkı görünce, hemen yolunu değiştirip, ardı sıra koşan deli kadının biriyim. Belli olmaz! Kaç sarhoş tövbe edip, tekrar içmemiş mi?
Kalbimi kıyıya çektim. Su aldıkça batışını izliyorum. Bu yüzden ettiğim hiçbir yeminin geçerliliği yoktur. Eski sevdaların da sözlerinin arkasında durup bakmıyorum. Şimdi, kim hangi gönülde bitmeyecek sandığı sevgisine yeminler ediyorsa, orada kalsın. Ben bir müddet daha, en azından yeni bir aşka kadar, kimliğimle birlikte hükümsüzüm!

Gönlümün sızısı sevdiğim!

Seni nasıl özledim, bilemezsin. Gönlümün sızısı sevdiğim! Hasretin içimi kavuruyor. Sana gönderilmemiş kaçıncı mektup bu, kaçıncı yakışım ucundan, saymıyorum.
Uzak Bir Kalbe Hasret Mektubu!

Ara sıra dilime şu meşhur türkü dolanıyor: “ Yine yakmış yar mektubun ucunu, sevda çekmek zor diyor…..” Kalbimin tam ortasına saplandı sanki bir hançer, geçen her gün daha çok acıtıyor.
Geldiğinde saksıya ektiğim çiçekler, tek tek solmaya başladı. Suluyorum, konuşuyorum, dayanmıyorlar. Gittiğini mi anladılar acaba? Onları bile hüzün bastı. Sen yoksun ya, bu ev yazın ortasında buz kesiyor. Seninle akıp giden saatler, düşmanım oldu. Zaman durmuş gibi, her sabah aynı güne uyanıyorum. Mevsim aynı, güneş aynı, benden başka değişen yok; yaşlanıyorum! Aynaya baktıkça gözlerimin solduğunu görüyorum. Bedenim yavaş yavaş çürüyor. O da vazgeçmiş olabilir mi yaşamaktan?Özlemek, ne büyük bir girdap! Düşüp içine boğuluyorsun. Üstelik çırpınmak sadece daha dibe batmama sebep oluyor. Ayrılık acısı zamanla geçiyor, biliyorum! Biliyorum da ne kadar sürecek, onu tahmin edemiyorum.
Her sabah gözümü açar açmaz aklıma düşüyorsun. Elim telefona gidiyor, belki aramışsındır veya bir mesaj yollamışsındır. Kimseyi beklemediğim vakitlerde kapı çalıyor. Kalp atışlarım hızlanıyor. Olur da gelmiş misindir? Heyecanlanıyorum! Hiçbirinden sen çıkmıyorsun.
Aşkın ortasında dolu dizgin yaşarken gurur olmuyor da, ayrılığın tam ortasında oturuyor. Bir arayabilsem, neler söyleyeceğim? Dönmeni isteyeceğim, boşuna ayrı kaldığımızı anlatacağım. Yapamıyorum! Hangimiz daha inatçıyız yarışına yeniliyor sevdamız.
Geceler çok zor geçiyor. Her akşam, tam senin arayacağın saatte, uyumuş olsam da kalkıyorum. Küskün bir bekleyiş çöküyor yüreğime. Kendime kızıyorum. Aramayacağını bile bile bekliyorum. Neden ayrıyız ki? Kime faydası var bu yoksunluğun? Başkalarıyla tamamlanıyor muyuz? Hayır!
Bu gece hava biraz serin. Evde misin, dışarıda mı? Sırtına bir hırka veren olmuş mudur? Üşütürsün şimdi, kimse benim gibi bakmaz sana! Yemek de yememişsindir, öylesine iki lokma atıp ağzına, bütün günü geçirmişsindir.
Bensiz daha mı mutlusun acaba sevgili? Huzurlu musun? Gidişim işe yaradı mı yoksa çanta gibi yokluğumu taşıyor musun omzunda? Aklına geliyor muyum hiç? Ara sıra bir hatıra kesiyor mu yolunu? Daha önemlisi beni anımsayıp gülümsüyor musun? Sen de benim kadar özlüyor musun sevdiğim?Bir an için kırsan inadını, elin telefona gitse, bir kuru merhaba demek için arasan, olmaz mı? Sen benden bu kadar kolay mı vazgeçtin sevgili? İçin için kızmıyor musun ikimize, bir sevdayı omuzlamayı beceremedik diye? Bir daha denesek ya, çok mu zor gururu bir kenara bırakıp dönmek? Sen de benim gibi bir ışık mı bekliyorsun acaba? Kalbimin sahibi, ruhumun dinginliği, çalsan şimdi şu kapıyı, karşımda görsem seni, ne güzel olurdu, bilemezsin! Dön desem, acaba döner misin sevgili? Son umudum şu mektubu okuyunca, acaba arayıp, “ben de seni özledim” der misin? Bizim hikayemiz daha yazılmadı ki sevdiğim, dönüp nafile cümleleri anılarımdan siler misin?

Sende Özlediğim Bir Şey Var!

Sende Özlediğim Bir Şey Var!
Seni sevmek, çocukluktan kalan bir kokuyu yıllar sonra duymak gibi, biraz hüzünlü ve hasret yüklü bir tat bırakıyor tebessümlerde. Sende özlediğim bir şey var. Neyi özlediğini bilmezken insan, neyi sevdiğini de bulamıyor elbette!
Sende Özlediğim Bir Şey Var!

Uzun yıllar önce gittiğin bir şehri anımsamak gibi, sende özlediğim bir şey var. O yüzden tam olarak kopamayışım. Biriktirdiğim anılar az olsa da, içimde, derinlerde sana ait olan bir yer var. Kalbimin haritasında sınırlarını çizdiğim şehrim gibisin. Adı Van belki…
Önemli olan isim koymak değil, sende hasretini duyduğum bir şey var. Neresinden anlatsam olmuyor, tarifi mümkün değil. Umudum da yok artık üstelik, birlikte yaşlanma hayalleri kurmuyorum. Balkonda kahvemizi yudumlayarak, sallanan sandalyede iki lafın belini kıramayacağız gelecekte, biliyorum. İnadımdan mı bu tırnaklarımı geçirmek kollarına, yoksa bırakınca düşeceğimi bilmemden mi? Sen karar ver, aşk mı bu?
Dün akşam şöyle bir göz gezdirdim evime, senden ne kalmış diye geriye; öyle az ki! Birkaç kitap, solmaya yüz tutmuş bir resim, bir de elimde kehribar tespihin kokusu… Üstüne hikayeler yazmaya yetecek kadar çok olsa da, yaşadıklarıma doymaya yetmiyor.
Senden sonra daha doğru okuyorum satırları, yalnızlığımı sayende tanıştığım yazarlarla gideriyorum. Sigarayı azalttım ama değişime direnen bir yanım var, hala hesabı istemek için garsonlara sesleniyorum. Ve hala asalet, üstümde asil durmuyor. Yine horluyorum geceleri, en azından öyle olduğunu tahmin ediyorum. Senden sonra kimseyle paylaştığım bir uykum olmadı, soramıyorum.
Sende özlediğim bir şeyler var. Yağmurdan sonra çıkan toprak kokusuna, rakının boğazımda bıraktığı tada benzeyen, ismini koyamadığım ama sevdiğim bir şeyler var. Öyle olmadık zamanlarda geliyorsun ki aklıma, ruhum karışıyor. Salonun içine dalıyorsun rüzgarla gece yarısı, utanmadan yastığımı paylaşıyorsun, sokuluyorsun yorganımın altına, sığmıyoruz işte şu koltuğa, biliyorsun. Hayalinle kavga ediyorum anlayacağın, seni özlüyorum.
Sabah aynaya baktım, saçlarım ağarıyor. Sanki ellerim de kırışıyor ama daha zaman var diye öteliyorum. Güz de geldi zaten, yakındır karın yağması, görüşmesek de büyürüm, biliyorum. Zaten bir büyüsem, neler öğreteceğim sana ama saatimi kuramadım yıllara, ona üzülüyorum.
Aşk dolu şarkılar söyleyemez oldum. Hep hasrete, ayrılığa gidiyor dilim. Sınırı olmayan bir keder bulutu gibi savruluyorum öyle. Bu yalnızlık odasında, ayna bile kendine bakarak kırılıyor. Başkalarını sevmeyi deneyecektim aslında ama olmuyor. Sende bana ait bir şey var….

Ayrıldık!

İçime bakıyorum, kalbimin derinliklerine, yerle yeksan olmuş. Depremden sonra nasıl görünürse bir şehir, yüreğim aynı öyle görünüyor. Uzun sürecek toparlanması, belli!
Ayrıldık!

Sonunda huzura erdik mi? Ayrılmak için verdiğimiz gizli savaşı kazandığımıza neden sevinmiyoruz ki? İki ucundan tutup çekiştirmedik mi şu gariban aşkın? Oysa, bütün isteği kocaman gönüllerimizde küçücük bir yer bulmaktı kendine. Beceremedik, yazıklar olsun bize!
Herkesin yaptığı gibi suçu sana atmak işin kolayı ama yapamam. Madem ortada bir ayrılık var, benim de katkım olmuştur. Gereğinden fazla sevmek hatasına düşmüşümdür. İnsan yanımızı, egomuzu unutup, çok severek, aşkın denizini ayaklarının altına sermişimdir.
Gereksiz kıskançlıklar yapıp, huzurunu kaçırmamışımdır. Günde yüz kere arayıp nerede olduğunu sormamışımdır. Gözün güzel bir kadına kaydığında, kavga çıkartmayıp seninle beraber bakmışımdır. Sevap işleriz diye içimden tebessüm etmişimdir. Kendime olan özgüvenimi dış güzellikle kıyaslamadan, güzel olan her şeye bakılabileceğine inanmışımdır.
Çok fazla güvenmişimdir. Seven bir erkeğin aldatmayacağını, başka bir tene dokunmaktan utanacağını, benim de aynısını yaptığım zaman düşeceği durumu düşünerek asla sadakatsizliğe yanaşmayacağını düşünmüşümdür.
Geç geldiğinde surat asmamışımdır. Her zaman şık ve bakımlı karşılayıp, saat kaç olursa olsun önüne bir sıcak yemek koymuşumdur. Günün nasıl geçtiğini sorup, söylediklerini gerçekten dinlemişimdir. Ailenle arana girmeye kalkışmamışımdır. Dostlarınla görüşmene, erkek gecelerine itiraz etmemişimdir. Kafa çekmeye gittiğin akşamlarda, saat başı arayıp ne zaman geleceğini sorarak arkadaşlarının yanında, seni zor duruma sokmamışımdır.
Bir sıkıntım olduğunda, konuşmak için doğru zamanı beklemişimdir. Maçın ortasında televizyonun önünden geçmemişimdir. Hata, seninle aynı takımı tutmasak da yanında oturup izlememe rağmen, ofsaytın ne olduğunu anlatmanı istememişimdir.
Yatak odasında tekdüzelikten kurtulmak için sürekli yeni fanteziler geliştirmişimdir. Her aradığında telefonu açmış, sevdiğim insanlarla seni tanıştırmış, evimi ve ekmeğimi bölüşmüş, kavga ettiğimizde uzun süre küs kalmamışımdır.
Ben de bu ilişkide birçok hata yapmışımdır. Bittiyse ikimizin de kusurları vardır. Ben üstüme düşeni alıyorum. Hatta, en büyük kısmını yükleniyorum. Ben bir erkeği, erkek olduğunu unutarak gereğinden fazla sevmişim, suç benim, affedersin!....

Anlat Hadi

Bu son şarkısıydı
Yüreğimin sana söylediği..
BİTTİ.

Kelimeler, cümleler isyanlarda şimdi..
Harflerin hiçbirisi yerinde değil,
Bütün harfler bir başı boşluk içinde
Dolaşıp,duruyorlar ortalık yerlerde....
SON SÖZÜ !
Yazmaya elim varmıyor.
Tepeden tırnağa kanter içindeyim
Hem gökte-hem yerdeyim!
Nikotin yüklü sigaramı bile
Parmaklarım sarmıyor...
SON SÖZÜ !
Söylemeye dilim varmıyor.

Bu son şarkısıydı
Yüreğimin sana söylediği
BİTTİ.

Anla işte, zifiri saçlım ..
Anla beni zifiri gözlüm.
Nar çiçeği yüzlüm..
Papatya gözlüm
Ne olur anla beni.....

Bir rüyadaydık, seninle ikimiz.
Uyandık !
Bir masaldı yaşadıklarımız,
Masallarda kaldık !

Bu son şarkısıydı
Yüreğimin sana söylediği..
BİTTİ.

Meğer, ben seni ne çok sevmişim !
Cümle aleme anlatmışım da
Kendim geç anlamışım !

Ne olduysa..
Nasıl olduysa..
Kim ne söyledi-ne yaptıysa...
Neyse ne !!!
BİTTİ.

Sen,
Herşeye rağmen,
Sakın gelme,
Bana gelen bütün yollarıma
Kahır mayınları döşedim!
Gönül peronumdaki bütün otobüsleri yaktım.
Sakın gelme,
Hava bozuk..
Fırtınalar kopuyor HATAY sokaklarında..
Her yer sis içinde-göz gözü görmüyor..
Bütün uçaklar pistte bekliyor..

Sakın gelme,
ALSANCAK GARI'ndan hiç bir tren kalkmıyor.
Özlem yüklü raylar, yoldan çıkmış
Vagonlara, geçip giden, gençliğimi yükledim
İstasyonda öylecene bekliyor...

Sakın gelme,
Kimselere sorma beni...
İZMİR'de kimse tanımaz,
Hiç bir kimse bilmez beni.....

Sen
Her mevsim baharsın.
Kelebekler kadar narinsin.
Çiçeklerle süslü günler senin için..
Aydınlık geleceğin var.........
Ben bir mum ışığıyım.
Seni aydınlatamam!
Bir bakışınla sönerim.

Bundan böyle seninle olamam..
Seninle kalamam.
Ben senin yarının olamam.

Bu son şarkısıydı,
Yüreğimin sana söylediği..
BİTTİ.



Hadi anlat yeniden bana verebilecegin sahte askin , sahte savunmasini...

Anlat

Tertemiz gecelerimi nasil kirlettigini
Dalinda daha acilmamis güldüm Nasil kirli ellerinle koparip aldigini
Susma Devam et...!

Anlat Hadi

Benim gercek sanipta senin 3-5 saatlik askimin eglencesini
Gayri meshur aski(nin)mizin legal cocuguna düsük yaptigimi
Susma...

Anlat
Herseyi Bilsinler...

.
.
.
Peki Ben!
Ne anlatabildim seninle yasadiklarimi
Nede inandirabildim kendi kendime sensizligi

Kahrettim gecelerimi
Agladim
Ve arasirada olsa Güldügüm Oldu
O yasadagi(m)iz sacma seylere
yada
Yasadigimi sandigim/inandigim herseye


...
ve sen yine felaketim olursun bazi gecelerde bazi sözcüklerce

Ve sen yine yüregim olursun bazi gecelerde bazi sessizligimce


Ne cok sigara dumanindadir artik hayaller
Beni kalbimde aramayi neden biraktinki sanki


...
Sevdasindan yorulmus bir yürek gibi
Yüreginden kurtulmak istercesine

/Bana siirler yazdirma/

Yazik yüreklerin bedellerini hep siirler öder zaten
...

Simdi bir keman sesi ekliyor yüregim
Yanlizligim nane siddetindeki sensizligine

Hadi Git

Siirim benim ,
Ellerinde Yüregim
Ölümü özler artik Gözlerim

Hadi Git

Ya ölmek Ya öldürmek istiyorum....!!!

Gene kaldığımız yerden devam ediyoruz gene gülmüyor hayat..Acılara kaldığımız yerden devam..

İçimdeki cocuk ağlıyor hiç durmadan..Susturamıyorum sus diyorum zaten kimse duymuyor seni duysada ilgilenmiyor

Sus!

Gücümü yitiriyorum sessizce odama çekildiğim gecelerden birinde üşüyorum yine ve sarıcak kimse yok biliyorum..Yarimin yanımda olmadığı hatırladığım geceler daha bir üşüyorum..

Bunu bilmenin hüznüyle bi kez daha kaybediyorum gücümü ama belli etmiyorum kimselere..Canım acıyor sızlıyor kanıyor kahroluyorum

Derdime çare bulamıyorum kimse bulamıyor ne kadar sert olursam oluyım artık bu fırtınalara dayanamıyorum...

Eskiden olsa sığınıcak birilerini arardım ama artık hangi limana sığınsam onlarda güvensiz biliyorum..İlk kasırgada atıyorlar adamı dışarı.

Artık çaresiz ve yalnızım belkide hiç gücüm kalmadı...



Etrafımdaki herkez susmak fiilini kullanıyor bense bağrıyorum avazım çıkana kadar yok yine kimse duymuyor öfkeleniyorum,

Yalnızlığıma çaresizliğime sinirleniyorum..



Hayır ben güçsüz değilm ben yenilmicem ben kaybetmicem diyorum...Ama yinede olmuyor artık dayanamıyorum..



Ya ölmek Ya öldürmek istiyorum....!!!

24 Ağustos, 2009

Seni ben değil, kendin yordun.

Pişman mısın? Söyle, bu kadar mı yordum ben seni? Yoksa hiç sevmedin mi beni? Sevseydin dönerdin, gelirdin dünyanın bir ucuna.. beklemekle hata mı ettim yoksa hazır değil miydin böyle bir sevginin büyüklüğüne? Kocaman bir yüreğim vardı benim içinde sadece sana yer olan.. gözlerime kazımışken seni; sadece seni görmek için kapalı tutarken gözlerimi sen beni değil kendini terkettin! taşıyamadın sen beni, anlayamadın, korktun sanırım.. kaçışın bundandı..


Seni ben değil, kendin yordun.. hayallerimizin büyüklüğüydü seni korkutan.. benim aşkımdı senin kaçmana neden olan…


Yapamam mı sandın? Yaşayamam mı sandın? Yaşadım.. ama bir de bana sor.. sensizken de yaşadım ben, nefes alışımın sebebi sendin, olmasanda sebebim değişmedi, sadece daha geç, daha zor, daha acı soluk aldım, yandım ama yaşadım.. birgün döneceğini bildiğim için..


Şaşırmadım.. döndün..


Ama gene gideceksin, biliyorum..


Bu sefer hazırım..


ümitlerimi kestim, yapboz yaptım! ben yaptım sen bozdun!

Her gece

Her gece olduğunda biraz daha muhtacım ben sana.
Kırgınım aslında, kızgınım…
Hayır sana değil; Seni kırıp üzen şu aptallığıma…
Ne olursa olsun! Zamanım da mekanım da değişmiyor.
Hep her zaman aynı yere çıkıyor bütün yollar; Sana!..
Uzun zaman oldu içimdeki maviler donalı.
Kendim seçtim sevdayı tek başıma yaşamayı.
Yalnızlığımın sorumluluğunu taşıyacak kadar da yürekli olduğumu
düşünür ve söylerdim herkese gururla.
Geceler sancı olur işlerdi içime ama yüreğimde yaşattığım
sevdamı düşündükçe,içime yayılan sıcaklık
alıp götürürdü tüm sancılarımı...
Ne kadar zamandır böyleyim,ne kadar zamandır en yakın dostum
özlem,hatırlamıyorum. Sanki zaman durdu.
Evet özlüyorum ve özlemeyi de seviyorum.
Çünkü özlemin içinde aşkım, mutluluğum, umutlarım var.
Gidenlerin ardından ağıt yakmamayı öğreneli çok uzun zaman oldu
ama sen bambaşkaydın. Kimseyi senin kadar sevmemiştim ki.
Seni birine anlatmaya kalksam sözcükler yetmiyor,
kelimeler acizleşiyor.
Neye benzetsem, hep bir yanın eksik kalıyor...
Gülemiyorum artık?
En iyi yapabildiğim şeyi kaybettim?
Aslında önce seni ve senle birlikte herşeyimi kaybettim.
Yanımda yoksun.Olsan sarılırdım sana sıkı sıkı.
Bırakmazdım, sıkılır, bağırır çağırırdın ama
ben biraz daha fazla sarılırdım sana.
Biliyorum benden bağımsızdın, hiç sahip olamadım sana.
Olmakta istemedim aslında, çünkü hep yanımda olacaktın...
Ya da ben öyle sandım...
Dinlediğim her şarkıda, her yağmurda ıslanışımda,
dalgaların kayalara çarpışında, her nisanda ve her eylülde,
sen yeniden gidiyorsun benden.
Ben bu ayrılışların acısını yaşarken,birgün gidebileceklerini düşünerek,
kimsenin gelmesine izin vermiyorum…
Sana ilk satırlarımı yazdığımda, yine mum ışığı vardı odamda.
Soğuk, beyaz bir defterin her şeyi hayale dönüştüren sayfalarında,
ilk kez seni yaşamıştım.
Şimdi uzun yağmurların ardından yine mum ışığıyla dolu odamda,
yine ve hala sana yazıyorum. Çünkü ben her hayal kırıklığım,
her duvara çarpışımdan sonra hala sana dönüyorum.
Ortasından kopartıldığı için hiçbir zaman
sonu gelmeyecek günlerimize dönüp,hala seni arıyorum.
Çünkü hala seni ...
Bir gün bekledim, gelmesini öylesine istedim. O günün içindeki seni özledim.. Sensiz geçen bir günün hesabını sana sormaya hakkım yok! Seni sevmiştim, bunu söyleyemezken duymanı bekleyemezken, Ben sensizken Hakkı yoktu sensizliğin beni sensiz bırakmaya..

Gel diyemem sana,
Gelme hiç diyemem..

Rüyalarımda görmeyi özlediğim yüzünü nasıl olurda bir gün benden alırsın. Sevdiğini söyler gidersin... Söyle bunu nasıl çözersin... Sen olsan neyi seçersin... Ben sensizliği seçmemiştim oysa, sen bana sensizliği vaadettin.

Göremedin sevgimi,
Ezdin geçtin hislerimi..

Yetermi bir hayal mutluluğa, Umudum yetişir imdadıma. Baktığım her yerde gördüğüm suretini aldın mı yoksa benden, neden yoksun bakışlarımda...

Geldin..
Gelme diyemem...
Sevme hiç diyemem...

Senin kadar sevilmemişti hiç bir şey bu hayatta. Mutlu olmak isterken seninle, mutsuzluğu layık gördün bana.. Çıktın karşıma bir anda, Öyle bir anda gittin hesapsızca. Gitmek yakışmadı sana! sen gitme.. Gitmek istediğin yerler gitsin.. Varma bensizliğe, bensizlikte en az sensizlik kadar yorar bu aşkı. Yorgun aşk dinlenmeye giderse bir gün.. Bizsiz bir yerlere. Başka bir kalbe başka bir göze başka bir hayata.. Dönmez geri!

Sana seviyorum diyemem...
Sevmiyorum hiç diyemem..

Vakit geçiyor işte yine, saatimi kırdım bu gün, hissetmek istemiyorum bile zamanı. Dünya durdu diyemem, haksızlık edemem yaradana. Sen yoksun diye hayata bomboş bakamam. Gidenlere bakmıyor hayat, dönüyor işte yine durduğu yere kadar gidiyoruz sonsuza..

Aşk sensin.
Sen aşksın.

Gittiğinde, döneceğini hiç söylememiştin. Bilmiyordun.. Dönmeyedebilirdin..

Neden döndün diyemem..
Döndün hoşgeldin hiç diyemem..

Bıraktın, sevgimi aşkımı umutlarımı! Bana seni sensizliği öyle bir tattırdınki, öyle kaldı yüreğim.. İşte ikiside gitti bir anda..


Gitmeee!
Eğer döndüysen bir daha sakın Gitmeee!

Git diyemezdim.
Gidiyorum hiç diyemezdim..


Bir daha asla! gitme....

19 Ağustos, 2009

Seni seviyorum işte

Seni seviyorum işte.Hiç kimse bilmiyor gönlümdeki bu sevdayı.

Ne garip değil mi? Sen yoksun ama ben senli hayaller kuruyorum. Senli sohbetlere dalıyorum. Neredesin, ne yaparsın haberim yok. Bildiğim tek şey yokluğunda bulduğum seni. Sonra seninle sohbete başlıyoruz. Geçmişten, gelecekten, yaşamış olduğumuz acılardan ve yaşayacak olduğumuz güzelliklerden konuşuyoruz. Bir ara gözlerine takılıveriyor gözlerim. Susuyorsun ve beni de susturuyor bakışların. Ve yine beynimdeki tüm sözcükler siliniyor göz bebeklerinin derinliğinde kelimelerim kaybolup gidiyor. Yaşadığım, yaşadığın tüm acılar silinip gidiyor. Masum bakışların ve suskunluğun kalıyor bana…

Çok şey istiyorum değil mi? Senin için imkansızı.Bana gelmeni,yüreğimi sevmeni yeniden..Düşüncemde beliren sohbetleri gerçekleştirebilmeyi.Ve daha bir çok şeyi.Oysa öyle güzel olacaktı ki.Sevmenin güzel bir duygu olduğunu senin için yaşadığımı tattıracaksın bana.Sonra da sevilmenin ne demek olduğunu yaşatacağım sana…

Ama nafile hep sustun,sustun….O kadar eminim ki senin artık dönmeyeceğinden.Biz istesek de mutluluğu yaşatmayacaklarından.Sohbetlerimizin gerçekleşmeyeceğini çok iyi biliyorum.Yüreğini susturacağını.Yüreğimi susturacağımı..Sevdamızı susturacağımızı….

Geceme yağmur ve sensizlik hakim! ...Köşeme çekildim başımı ellerimin arasına aldım.Ve suskunluğunu dinliyorum…Çünkü benim için suskunluğunun adı artık sevda.

Seni seviyorum işte

Seni seviyorum işte.Hiç kimse bilmiyor gönlümdeki bu sevdayı.

Ne garip değil mi? Sen yoksun ama ben senli hayaller kuruyorum. Senli sohbetlere dalıyorum. Neredesin, ne yaparsın haberim yok. Bildiğim tek şey yokluğunda bulduğum seni. Sonra seninle sohbete başlıyoruz. Geçmişten, gelecekten, yaşamış olduğumuz acılardan ve yaşayacak olduğumuz güzelliklerden konuşuyoruz. Bir ara gözlerine takılıveriyor gözlerim. Susuyorsun ve beni de susturuyor bakışların. Ve yine beynimdeki tüm sözcükler siliniyor göz bebeklerinin derinliğinde kelimelerim kaybolup gidiyor. Yaşadığım, yaşadığın tüm acılar silinip gidiyor. Masum bakışların ve suskunluğun kalıyor bana…

Çok şey istiyorum değil mi? Senin için imkansızı.Bana gelmeni,yüreğimi sevmeni yeniden..Düşüncemde beliren sohbetleri gerçekleştirebilmeyi.Ve daha bir çok şeyi.Oysa öyle güzel olacaktı ki.Sevmenin güzel bir duygu olduğunu senin için yaşadığımı tattıracaksın bana.Sonra da sevilmenin ne demek olduğunu yaşatacağım sana…

Ama nafile hep sustun,sustun….O kadar eminim ki senin artık dönmeyeceğinden.Biz istesek de mutluluğu yaşatmayacaklarından.Sohbetlerimizin gerçekleşmeyeceğini çok iyi biliyorum.Yüreğini susturacağını.Yüreğimi susturacağımı..Sevdamızı susturacağımızı….

Geceme yağmur ve sensizlik hakim! ...Köşeme çekildim başımı ellerimin arasına aldım.Ve suskunluğunu dinliyorum…Çünkü benim için suskunluğunun adı artık sevda.

15 Ağustos, 2009

Kitap ne?

Can ne?

Ölmek bir nebze güzel de yok olmak ne?

Aşk ne?

Sevgi ne?

Körü körüne yanmak var da kül olmak ne?

Tohum yoktu ilk başta…

Bir çiçek dalındaydı belki,yada bir rüzgarın dönüm noktasında…

Kalp önce kurak bir topraktı…

Ellerim uzandı bir an ve eşeledi yoksulluğa dair ne varsa…

Yandım çöl kuraklığından…

Bir haber saldım sonra gözyaşlarıma..

“Gel de biraz dindir susuzluğumu!”

Deli divaneydiler sanki…

Çağlayan gibi akmak, doyurmak istediler kalbimi…

Gelmediler…

Eksik olanı onlar da fark etti…

“Bu kalbe en acılısından,en yakanından bir aşk doğmalı…

O zaman akar su gibi,nisan yağmurlarını kıskandırırcasına geliriz.” dediler…



Kalbim can havlinde…

Yer, gök sarsılıyor…



Belâ’m gel!


Bir dem’di ki; hiçbir yar benzemeyecekti senin gözlerine…

Kâinat kurulacak, Âdem dünyaya ayak basacaktı…



Geldin mi ey aşk!?

Hani o beklediğim, hani kirpiklerimde adını sergilediğim sen misin?

Sözüm söz, belâ’msın!

Sadığım sana, unutmadım seni, unutmadım o kutlu yemin’i…

And içtim aşkına yana yana…

Bir damla su aşkına aşk koydum can kabıma…

İnledi durdu yar, yar diye diye…

Sus dedim, sus!

Toprağa düşsün ilk cemren…

Tohum filiz versin sürülen kalbinde…

Aman demeden bastır şu tuzlu gözyaşlarımı köküne köküne!

Bırak da aşk kanasın yaralarım…

Ahir zamandır, bilmez misin?

Dur, dokunma da görünsün gösterişsiz ömürlük aşkın!

Cihanı sarsın bu sen kokusu…

Bir nefeslik nasiplenenler cennete hasretle yansın, öyle bir aşk istesin ki gönülleri o hasreti vuslat ile tamamlasın!



Yar demeden olmaz ey!

Aşk olmazsa yar yok!

Sen çevir yüzünü de bir bak!

Ah deli gönül!

Bakmak yetmez, gör cevheri ezelde saklı tutulan belâ’nı…

Şuh vaatler sunmam sana…

Sitem etmem yüzümü görmeden tokadı vurana…

Bilmez derim, bilmez…

Bilse yapmazdı, baksa anlardı, görse aşk çarpardı onun da yüzüne…

Korku büyük olur ve aşk’sız kalışıyla yas’a boğulurdu…



Feryat, figan istemez ey!

Sen dur sözünde!

Neredeysen gel şöyle kalbime…

Acımadan ek aşkını, sula gözyaşımla ve sonra biç acılarımı…

Ben dayanırım aldırma!

Hiç’lik vardır serde…

Aşk bekler beni ahirde…

Belki bir kaldırım kenarında, belki bir martı kanadında, ya bir damla su’da, ya da bir eylül akşamında…

Aşk bekler beni ey, ne olur sen dokunma!

Şu musalla taşı beyazsa ağlama!

Usul usul tazelik sunar bedenime o soğuk taş…

Buhara sokaklarında dolaşır sanki yorgun ayaklarım…

Bölük bölük insanlar geçer…

Hamallığını yaparım bir tren yolcusunun…

Hasret, özlem, anı acı…

Ne varsa yüklediği bavuluna, ben de yüklenirim omuzlarıma…

Düşünmedim ey!

Ki; aşk geçmiş midir bu insanların içinden?

Hiç duraksamadım, hızımı kesmedim ve benliğimi benden söküp götüren o aşk’ı kimselere vermedim…

Bekledim, sevdim, sahiplendim…

Nefessiz bıraksa bile vazgeçmedim…



Sen, sen şimdi usul usul bak bana…

Buharı silinmesin gözlerinin…

Sesin titresin, harfler çıkmasın bir anda…

Öyle bir sus ki duyayım içinden geçenleri…

Öyle bir gör ki beni, “aşk” de sadece…



Gel yar!

İkinci cemreni düşür gözlerime…

İnci tanesi gibi dökülsün gözyaşlarım…

Avuçlarımdaki yok/sul/lığunun izlerne sadakan olsun bu cemre…

Bayram etsin çocuksu ellerim…

Yar, öpeyim sonra alnındaki yazgıdan…

Kutsal kitabım müjde versin bu aşk’a…

Zaman’a uyak düşen yaşanmamış sevmelere inat yaşa bağrımda…

Ah yar!

Ben aşk dedim senin adına…

Sen şimdi üçle şu cemreleri…

Son olmasın ama var sen bunu düşür ruhuma!


Ruhun aşk’la boyandı!

Çileler elini, eteğini çekti…

Yar güldü/r yüzümü yar!

Perdeler kalktı…

Yer, gök neredesiniz?

Dağlar, taşlar, canlı, cansız bütün varlıklar!

Sesleniyorum size!

Ruhuma cemre düştü eyy!

Siz ki hep hor baktınız, cemresiz diyerek…

Ya şimdi…

Bakın, ama siz bedenimden gayrisini göremezsiniz ki!

Ruhum diyorum, ruhum!

Hani şu belâ’sı olan…

Hani şu dar kalıplara inatla koyulan…

Bir gölge’nin esaretiyle kafeste aşk’sız kalan…

Bir bilinmezin acımasızlığıyla ah edip suskun kalan…

Ruhum işte, ruhum!

Aşk diye bir cemreyle duçar oldu…

Ey dağlar!

Siz dayanamazsınız bu vuruşa…

Yar, bana yar etti…

“Yan kulum” dedi, biraz daha yan!

Mum ki kendi alevinde eriyerek var oldu yana yana…

Şimdi ben de mum gibi kalıyorum yangınımla baş başa…

Ki; ben bende kalayım, ben bana yanayım…

Ben eridikçe aşk olayım, aşk diyerek O’na varayım…

Yol uzasın dar ve uzun…

Körüler kurulsun tek yönlü…

Bir gidiş O’na oldukça, bin geliş O’ndan olsun bu garip canıma…

Hüzünle demlediği kalbim sussun…

Adıyla aşk’ını koysun sol yanıma…

Bir Züleyha, bir Leyla değil, bir Zehra aşk’ı dönsün bu değirmenin çarkında!

Ruhuma cemre diye doğ sen ey aşk!

30 Temmuz, 2009

Zamansız geldin aklıma.

Zamansız geldin aklıma.
Oysa ben seni tamamen çıkarmıştım.
Bilirsin davetsiz misafiri sevmem.Ama sen baskasın...
Canımı yaktın farketmedin.Bu hoşuna da gidiyor olabilir.
Beklemiyordum seni..ne mantıken ne de duygularımla.
Hiç birseyimle beklemiyordum seni...
Hem artık geceleri de ağlamıyordum.Sonra her baktığım da sen olmuyordu.Canımda yanmıyordu.Hatta yüzümde tebessümler belirmeye baslamıstı..
Yani kısaca SENSİZLİĞE alısmıstım.Sensizlik kaç harfliydi sayamadım.

Dün radyoda şarkınşarkım[sarkımız] çaldı.
Yüzümde özlemeacıya dair bir tebessüm belirdi.
"Niye çalıyorlar ki bizim sarkımızı " dedim.
Ama kapatmadımdinledim...
Dinledikçe biraz daha girdin aklıma ve kalbime...
Sonra seni yine çıkarıp atmak istedim ellerim titredi...
Lanet olsun deyip sıktım yumruklarımı.
Sen ellerini ellerimden çekip arkana döndüğünde peşinden önce kalbimsonra aklımsonra bakışlarımellerim ve sonra...
Yani kısaca bütün benliğim terk etti beni..Bana kala kala çırılçıplak bir beden kaldı.
Herşeyden Arınmış ÇIRILÇIPLAK bir beden...

Artık yine geceleri ağlıyorum...
Yine baktığım herkes sen oluyor...
Yine yüzümde acı ifadem...

28 Temmuz, 2009

Sen bana ne yaptığının farkında mısın sevgili? Elimdeki son değerli şey alıp gittin. Şimdi neye tutunacağım? Bir tek inancım kalmıştı, onu da sana verdim.
Aşka Atılmış Son Kurşunum Sendin!

Basit bir ayrılık değil bu, bir zaman sonra sızısı geçecek kalp ağrılarından bahsetmiyorum. Bir ömrün tam da ortasına döktüğün, koyu, siyah bir zift anlatmaya çalıştığım. İnsan her duruma alışabilir. Yokluğu, yoksunluğu kanıksar, alışkanlıklarını değiştirebilir. Ancak elinde duran son değerli duygusunu kaybederse ne yapar?
Sende her şeyi nitelikli kılan, farklı olduğuna inanmamdı. Benim inanmamın ötesinde, senin buna canı gönülden inandığını düşünmemdi. İnsan söyledikleri ve yaptıkları ile bir bütün oluşturduysa, kendini saymalıdır. Yoksa dileğince ahkam kes, anlat anlatabildiğin kadar, kendine karşı duruyorsa yaptıkların, çelişki yumağından başka ne görür karşı taraf?
Aşk gibi kutsal ve mucizevi bir hissin altına imza atmadın mı söylemlerinle? Hani aşk dediğin anlamaktı? Sen hiç kimseyi anlayabildin mi? Bunca bencilliğin arkasına geçip, kendinden başkasına bakmadan yürüdüğün yol, sevdaya yakışır mı? Sen, kelimelerden oluşmuş bir adem oğlusun. Kapağını açınca içinden kıyafetler fırlayan bir dolap gibi, seni açtığımda içinden sadece sözcükler çıktı. Hani bir laf vardır ya, “hocanın dediğini yap, yaptığını yapma” diye, işte sen en güzel bu cümleyle anlatılıyorsun.Kaybedilmiş bir aşk değil bizimki, kaybolması zaten bekleniyordu. Fakat kırıp parçaladığın şey, bir kadının aşka ait son kurşunudur. Bundan sonra ne olacak? Sen de böyle bozuk çıktıysan, üstelik eleştirdiğin o erkekler ve kadınlardan bir ayrıcalığın kalmadıysa, ben kime ve neye güveneceğim?
Yüreğimdeki şu bıçak kesiğine benzer acının sebebi, basit bir sevda ayrılığından kaynaklanmıyor. Hayal kırıklığı bu düpedüz, isyanım seninle yaşanılanlara değil. Tutunduğum, yaslandığım bir değere zarar verdin. Buna kahrediyorum. Şimdi ben neresinden yakalayayım aşkı?
Kızgın değilim, öfkeli hiç değilim, tam da tersi yine bir şey öğrendim yaşadıklarımdan diye, buruk bir tebessüm bile oturttum dudağıma ama silip, baştan başlamak gerekecek. Asalet bende kalsın, şanıma yakışmaz arkandan söylenmek. İyisi, kötüsü ne kalmışsa paylaştıklarımızdan cebimde, hepsi önemlidir. Mutlaka cümlelerin olmuştur öğrendiğim, bir kitap, belki bir yazar, hatta yeni bir yol eklemişsindir yürüdüğüm şu hayat seyahatine, sadece onlar için dahi bir teşekkür hak etmektedir ilişkimiz. Teşekkür ederim!
Şimdi, yeniden başlayacağım sıradan olmayacak bir maceranın kapısında dururken, düşünüyorum da, asıl başarı, bende yarattığın hayal kırıklığına rağmen, aşka inanmaya devam etmek olacaktır. Ben nelerin içinden geçmiş, hangi yüklerin altından kalkmış bir kadınım, sanırım bunu da hallederim. Sen de geçip gidersin diğer yağmurlar gibi, kimin anısı sonsuza kadar aynı renkte kalmış? Bir yerlerde doğru, gönlüme göre, aklımı kesen, ruhumun seveceği bir adam vardır elbette, buna inanmadan sabaha uyanmayacağım. Aşka inanmaya ve tutunmaya devam edeceğim, sana rağmen!



Ben galiba gidiyorum sevgili, içimde bir garip hüzün var. Sanki ne yapsam olmuyor gibi hissediyorum. Seni severken, üstelik senin de sevdiğine inanırken, nasıl beceremedik bu işi bilemiyorum ama sanırım ben gidiyorum.
Seni Benim Dualarım Korur!
 
 
Ellerimin sana dokunmadığı bir dünyada yaşamaktan, yalnız sesini duyarak kısıtlı vakitlerde mutlu olmaya çalışmaktan, bedenini ve aklını yanımda hissedememekten yorgun düştüm. Kurduğum bütün hayaller boşuna, hiçbirini gerçekleştiremiyorum, etrafı sularla çevrili yalnız bir ada gibiyim. Arada bir konan kuşlar da olmazsa, içimde yaşayan bir nefes kalmayacak.
Sabretmeyi öğrenmiştim ama bu kadarı beni bile aşıyor. Taş olsa çatlardı diyorum. Zor demek ki aşkı gerçekten yaşatmak, ben beceremediysem özür diliyorum. Biliyorum, sevgi anlamaktır ancak sürekli anlayan taraf ben olacaksam, o zaman aşk da sadece bana ait olmaz mı? Bu durumda aşkımı da cebime koyup gitmek gerekiyor, sanırım vakti geldi, gidiyorum.İçimde hiçbir kırgınlık taşımadan, sadece iki kocaman insanın beceriksizliğine kızarak, şu minnacık yüreklerimizi bir arada tutamayışımıza içlenerek zaman zaman, inatçılığımızın sonunda ikimizi de köprüden düşüreceğini söyleyerek üstelik, yoksunluğumu hissetmediğini anladığım için, gitmeye hazırlanıyorum.
Rüzgarda çarpan kapılar gibi, sürekli kendime çarparak yaşamaktan sıkıldım. Madem bunca yalnızlığa asılı kalıyorum, o zaman senin yaşamında bir yer işgal etmenin de anlamı yok diyorum. Zaten bensizliğe talimli hayatında eksilen ne olabilir ki?
. Nasılsa merak etmezsin, gidişim sende neyi değiştirir ki,
Yüreğim öyle yorgun ki tahmin edemezsin. Senden önce de birikmiş vurgunlarım var zaten benim. Daha onları yeni temizlemişken, bir başka acıya tahammül etmemek için gideyim diyorum. Bana da alıştırdın ya sensizliği, ayrılığı da yadırgamıyorum demek ki!
Ben galiba gidiyorum sevgili! İçimde bitirilmemiş düşlerim, cebimde seninle kurulmuş hayallerim, bir türlü anlatamadığım sevgim, beceriksizliğim ve her yanında ismin yazan kalbimi elime aldım, gitmeye hazırlanıyorum. Arkamızdan kimsenin söyleyecek sözü yok. Dedikodumuzu da yapamayacaklar. Kim ne biliyor ki? Benim anlattıklarımdan başka, senin dünyanda beni tanıyan bile yok. Yani, bu ayrılık seni vurmayacak. İçimde biraz burukluk olsa da, nefes aldığım sürece seni aklımın, kalbimin bir yerinde tutacağımı biliyorsun. Nerede ve kiminle olursan ol, hangi derdin içine girmiş olsan da, merak etme seni dualarım koruyacak. Bundan eminim çünkü seven bir kalbin ettiği güzel dualar, bu koca evrende kabul göreceği yere ulaşacaktır. Artık vakit geldi ve ben galiba gidiyorum sevgili, ama sen dur dersen….
 
 
 
 
 
 
 
Tüm ruhum kesiklerle dolu, gördüğün kan değil, ruhumun gözyaşları. Yara bere içinde bir aşk savaşçısından fazlası olmayan kalbimle birlikte dayanmaya çalışıyoruz, kendini tüketmeye uğraşan şu koca dünyaya.
Büyük Aşklarım Nerede?
 
Neden çaresi bulunmuyor, yıllarca gönülde biriken acıların? Her tecrübeden yenilgiyle çıkmadım elbette, ama çoğunda gururlu bir malubiyet satın aldığım doğrudur. Kaderin önüne geçmeye çalıştığımda, büyük hayal kırıklıkları biriktirdim. Koleksiyona doğru gidebilir hatta, ertelediğim ve elimde kalan düşlerim.
Kimseyi kendimden daha fazla üzmedim, en azından bilerek. Kendimden fazla zarar verdiğim insanlar da olmadı ama çoğunu içimdeki benden çok sevmişliğim vardır. İşin trajik tarafı, en çok sevdiklerimden darbe almış olmamda saklıdır.
Şimdi senin, sadece gözlerinle bakarak gördüğün, bir bedenden öteye var edemediğin bu kadın, gülümsemelerinin ardında çok kırılmışlıklar gizledi. Kimseye göstermeden, üstü örtülü kahredişlerini, makyajının altında uyutmuşluğu çoktur. Sesinin titremesini duymasınlar diye, şen kahkahalara boğulduğunda, kim bilir kaç bakış, hafif meşrepliği sıfat olarak yapıştırmıştır arkasından?
İçten bir kucaklamaya, candan bir tebessüme, sahiplenilmiş bir sevgiye olan açlığımla, sokaklar boyu yürüyerek, kalabalığın arasında kayboluyorum. Fark etmesinler istiyorum. Birisi, sadece bir kişi bile gözlerime bakar da anlarsa içimdeki aciz yanı, daha çok yıkılırım gibi geliyor. Güçlü duruşumun, dilimdeki küfürlerin, belki heybetli ve asla kadının zarafetine yakışmayan kaba yürüyüşümün ardında gizlediğim halim, kırılganlığımı korumaktan başka bir şey olamaz.
Zaman zaman boş vermek geliyor içimden. Yeni gelecek acılardan korkarak yaşamak, aslında yaşamak mıdır diye düşünmüyor değilim. Zaten en ağır ve koyusunu görmüşsem gecenin, bundan böyle gelecek olan, gönlümün tadını bildiklerinden biri değil midir? Öyle olmalı ama ya değilse?
Kendi ağırlığımdan fazla çekerdi, aklımdaki düşünceleri tartmaya kalksam. O yüzden çok yavaş hareket edebiliyorum. Bir yerden, başka yere geçerken, bedenim gidiyor fakat bir bakıyorum, ruhum ve aklım oturmaya devam ediyor. Dönüp almak lazım, dönemiyorum. Boş bir çuvaldan ne farkı var ki içinde akıl ve ruh taşımayan bedenin? Bunların hepsi belki de bilinçaltımın şakalarıdır. Ama senin gördüğün şu kadının içinde kıyamet yaşanıyor.
Etrafımı izliyorum, kadınları, erkekleri, doğayı, gündüzü, geceyi, hayvanları, hep bir koşturmaca var. Kim kimin arkasında, yanında duruyor belli değil. Sonra kendi etrafıma bakıyorum, uzakta ama çok uzakta birkaç hayali silüetten başka canlı görünmüyor. Peki, o büyük aşklarım, tutkuyla bağlandıklarım, dostlarım, sevdiklerim, uğruna can verebileceklerim neredeler? Bununla yüzleştiğinde dağılıyor insanlığım, kırılıyor ama senin gördüğün gözyaşları bir yanımdan akıyor, en saf olandan, kadınlığımdan
 
 
 
 
 
 
 
 
Seni severek ne büyük bir hata yaptığımı şimdi anlıyorum. Kalbimin başına bundan sonra ne gelecek? Düşündükçe kahrediyorum!
Seni Sevmek Büyük Bir Hataydı!
 
Aslında her şeyi kadere bağlayarak işin içinden çıkabilirim. Alın yazım böyleymiş derim, kabullenir geçerim. Keşke yapabilsem! Kadınlara ait bir özellik mi bu kadar kurcalamak? Altındakini deşip, gerçeğe ulaşmak isteği sadece bizde mi var? Peki, bulacaklarım sonucu değiştirecek mi dersen, değiştirmeyecek.
Önümde uzayıp giden zamana bakıyorum, gelecek resminde ikimiz yan yana durmuyoruz. Nedenini bilmiyorum, biraz his, biraz önsezi, biraz mantık, hepsi kopacağımızı söylüyor. Kafama takılan ayrılık değil, sevdiklerimi güzel uğurlamayı çok önce öğrendim ben. Gerçekten seviyorsam, yanımda kalmasının getireceği sıkıntıya katlanmasına gönlüm razı olmuyor. Ancak sorun şu ki, senden sonra gelen, bıraktığın büyük boşlukları dolduramayacak.
Hayatımıza giren herkes bir şeyler götürüyor elbette ama bize ekledikleri de var. Sopanın altından geçme oyununu bilir misin? Hani iki kişi bir ip ya da sopayı önce yukarıda tutarlar, diğerleri altından geçer. Her turda biraz daha düşürürler genişliğini, geçemeyen yanar. Aşk ilişkileri bu oyuna benziyor. Tek fark, sopa aşağı değil de yukarı doğru çıkıyor. Kalbe yeni girmeye çalışan, üstünden atlamak zorunda kalıyor.
Biten her ilişki iyi ya da kötü, nasıl yaşanmış olursa olsun, sonunda bir takım veriler bırakıyor. Neyi isteyip, neyi istemediğimiz; bir ilişkiden ne beklediğimiz, kiminle ve nasıl mutlu olacağımız böyle belirleniyor. Her tecrübeden arda kalanlar, aklımıza virgüller koyuyor. Liste uzuyor, beklentiler artıyor, az ile yetinemiyor artık insan. Gelene bakıp, hüküm verebilir ve eleyebilir hale geliyor. Normal şartlarda bunda bir sakınca yokmuş, hatta iyiymiş gibi görünebilir. Ne kadar çok deneyimin varsa ve öğrenmişsen, o kadar az hata yaparmışsın gibi düşünülebilir. İyi de, gün geliyor, çıta öylesine yükseliyor ki, üstünden atlayacak kimse kalmıyor.
Seni sevmek büyük bir hataydı. Seni yaşadıkça, aşkının tadına vardıkça fark ettim ki, benim çıtam artık çok yukarıda duracak. Ah be sevgili, ne yaptın sen bana? Bir gün gideceksin ve kimse bu kadar yüksekten atlayamayacak….
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Adım aşk der gibi bakıyorsun, soyadın ne? Hangi zamanda edilen bir duaya karşılık geldin? Artık şarkılardan fal tutmuyordum ve kimse için söylenecek bestem kalmamıştı, o yüzden mi buradasın?
Adın Aşk, Soyadın Ne?
 
Aşkın kendisiymişsin gibi yürüyorsun yollarda, tafran da bundan olmalı. İnandırabilecek misin kalbimi? Sevda dediğin vurgunları önceden çok yedim ben, şimdi derin sularda yüzmüyorum, bir okyanusun ortasında huzurla maviliği izlemek gibi hayallerim de kalmadı. Kandırabilecek misin?
Duvara nasıl çarpıldığını bilirim, ayak sesi dinlemenin hazin yalnızlığına da batıp çıkmışlığım vardır. Senden önce geçtiğim bir ömürden kalma anılarım var aklımda, birazı karanlık ve acı, silebilecek misin? Beynimin derinliğinde sesler, yüzler, fotoğraflar, kalabalık ve karmakarışık, eline bir fırça alıp, beyaza boyayabilecek misin?
Şimdi olduğumdan farklı biri yapmaya çalışmadan sevebilecek misin? Bu halime gelmek için çok bedeller ödedim. Bir çamur parçasıydım, şekillendim önce, sonra cehennemlerde yandım alev alev, şeklim bozulmasın diye. Sonra boyandım, gri de bir renk değil midir? Lafta kolay gelir de, yaşaması ağırdı. Gördüğünden başka bir ben var içimde, onu bulup çıkarabilecek misin?
Dilimin suskunluğuyla, aslında ne ağır konuştuğumu duyabilecek misin? Cümlelerim içinden ışık hızıyla geçecek mi, yoksa gerçekten dinleyecek misin? Bağırırsam herkes duyar elbette, önemli olan sessizliğime bakıp, ne dediğimi anlayabilecek misin? Sıradanlaşmayı ben de bilirim, hatta kolay bile olurdu, tırnak içinde veya büyük harflerle anlatmak derdimi ama ruhum yaşlıdır benim, görüntüme bakma. Biriktirdiğim yıllara neler sığdırmışım, sayabilecek misin?
Kafam bozulsa bir gün, basıp gitsem uzaklara, kimseye haber vermeden, gizlice; peşime düşüp gelebilecek misin? Aşk uğruna yollara düşmek ne demek, en iyi ben bilirim. Öyle büyük bir yürek lazımdır ki, gidenin ardından, aynı hayale koşabilmek için. Kendinden, düzeninden, alışkanlıklarından vazgeçip, bir sevda uğruna kalkıp gidebilecek misin?
Biraz zor gelmiş olmalı isteklerim. Tok misafir ağırlamak gibidir benim aşkım, bütün bunları göze alabilecek misin? Biraz pazarlık edelim istersen. Sen inandır ve kandır beni, kimsenin sevemeyeceği kadar büyük bir kalp vereyim karşılığında. Başkalarından sakladığım, temiz kalmış yanımı sana emanet edeyim. Beyaza boyayabilirsen hafızamı, ben de gençliğimi, sonsuz güveni, sadakati, neşeyi ve mutluluğu vereyim sana. İçinde hiç siyah barındırmayan bir kadın teslim edeyim. Öyle ya, hafızası olmazsa insanın, kötülüğü bilir mi? Sen değiştirmeden sevmeyi becer, ben fark etmeden sana dönüşürüm zaten. Cümlelerimin altını doldur sen, ben de en güzel aşk şiirlerini yazayım adına ve bir sözüne canımı vereyim. Sen düş peşime gel, tutkuna hayran kalıp, ömrün boyunca yaşayamayacağın bir hayatı ayaklarının altına sereyim.
Adım aşk demiştin galiba, peki soyadın ne? Ayrılık mı?....
 
 
 
 
 
 
 
Dönmeyecek Birini Bekleyenler!
Derin bir iç çekti kadın, serin bir yaz akşamında, camın kenarından uzaklara bakarken. Hiç dönmeyecek birini bekliyordu. Aynı anda başka bir şehirde, beklendiğini unutmuş bir adam, sonsuz gibi duran karanlık denizi seyrediyordu.
Şimdi aralarına büyük mesafeler girmiş bu iki yürek, kısa zaman önce sadece birbirleri için çarpıyordu. Biraz daha dayanabilseler, bugün üç yılı bitirmiş olacaklardı. Gözü hep telefondaydı kadının, her arayanı sevdiği adam sanıyor, kalbi hızla çarpıyordu. Vakit geçtikçe umudunu kaybetti. Bir gün daha dönmeyecek birini bekleyerek sona ermişti ve kim bilir ne zaman geçecekti içindeki bu yararsız umut?
Bu yazıyı okuyan kaç çift göz, geçmişte bir yola saplanıp kalmıştır? Bir pencere kenarından, gece demeden, gündüzü görmeden bekleyip durmuş kaç yürek vardır? Ve hala kaçı beklemektedir? Bu yüzden caddeye bakan evleri sevmem ben. O yoldan beklenen hariç herkes gelip geçer. Köşeyi dönen bütün yabancılar, bir an için özlenen kişiye benzerler. Yüzleri seçilmese de uzaktan, boyları, endamı, yürüyüşleri andırır. İnsanın midesine kramplar girer o anda, bir tebessümlü heyecan yerleşir yüzüne, sadece birkaç saniye, geldiğini zannedip sevinir bekleyen. Oysa ne demiştir Yahya Kemal Beyatlı şiirinde: “ Birçok gidenin her biri memnun ki yerinden, çok seneler geçti, dönen yok seferinden..”
Beklemek zaten zor eylemdir ama dönmeyecek birini beklemek nafile bir çabadan öteye gidememiştir hiç. Sevdanın asaletine ne kadar yakışıyor olsa da, bir yaşamı törpülemektir yararsız bekleyişler.
Beklemek, zarif bir ruha, büyük gönüllere yakışır elbette. Kendinden vazgeçerek, soyunarak üstünlüğünden ve egosunu kırarak bekler insan. Kim bilir kaç tohum filizlenir, serpilir, büyür, çiçek açar o zaman aralığında? Uzun bekleyişlere sabrederken, kendisi bekleyiş olur bazen kişinin. Gerçekten sadece bir ümit, bir kavuşmanın sarılma anına bağlı hayallerle mi böylesine inatçı durabilir insanoğlu? Beklemek kadar ısrar ve inatla yapılan başka kaç eylem vardır ki?
Bazen kabullenmek gerekir, dönmeyecek birini beklemek, bir çeşit intihar gibidir. Giden, sevildiği kalbi terk etmeyi seçtiyse, geri gelişi bekleyene daha büyük yaralar açacak demektir.
Her şeye rağmen, yaşamın içinden bir lezzettir beklemek, yüreği bükerek eğiten, sabrı öğreten, ruhu geliştiren bir zaman yolculuğudur; eğer bekleyişi hayatın kendisi haline getirmemişse insan…
 
Aşk Hakkında Hiçbir Şey Bilmiyorsun!
Herkesin bildiklerinden farklıdır mutlaka bildiklerin. Anlatmaya başlasan saatlerce de dinletebilirsin. Aşkın mantığını, felsefesini çözmüşsün ya beyim; yanılıyorsun! Sen
Aşk Hakkında Hiçbir Şey Bilmiyorsun!
Bildiğini sandıkların gönülde işlemez. Gerçek bir aşk yolcusu olmamışsın ki hiç! Bahsettiğim ille de kadına duyulan aşk değilken üstelik, sen yine de bilmiyorsun, aklında biriktirdiğin milyonlarca kelimeye rağmen. Teoride yaşamak senin yaptığın, pratiğe gelince çürüyorsun. Kendi kapanlarını kurmuşsun yollara, o rotada gideceğini bilerek hem de, farkında değilsin, kaçırdığın sadece aşk değil, bir ömre uzaktan el sallıyorsun.
Sana, beni sevmeyi beceremediğin için kızgın değilim. Tam tersi kendini sevmekten vazgeçmene bu isyanım. Oysa nasıl değişirdi şu bir türlü kabullenemediğin dünya, bilsen, aşkın lezzetini bir tadabilsen. Ah be sevgili! Dışarıda henüz güneş batmamışken, neden geceye çevirir ki bedenini insan? Bu düşünce tarlasına ektiğin tohumların yanında çıkan dikenlerin, aşkın parseline denk gelmesi de, tesadüf müdür acaba? Kendini böyle sevilmeye layık görmüyor mu ki ruhun? Aşkın özrü yaşam olamaz. Hangi yanına dönsen bitiremediğin şu günlük hayat dertlerini, üzerine zırh gibi giyerek, kaçtığın bu koyu yalnızlıkların da sence bir açıklaması vardır elbette; zaten amaç bu değil mi? Hep sebepler bulmadın mı düşleyemediğin yaşanacaklara? Düpedüz korkaksın işte! Boşuna itiraz etme, gönül kilitleyip suyun karanlık yerlerine kaçarak, tam ortasında duruyormuş gibi gösterip aslında yok olmak bir aşkın içinden, korkaklık değilse nedir?
Sen aşkı Azrail yapmışın kendine, oysa yaşamın en kolay tarafıdır ölmek. Sevmeden yaşamak meziyet değil, o kavuran dertlerine rağmen hayatın sevebiliyorsan, işte o zaman senindir zafer. Bana dünyayı anlatma, ben cehennemin en dibinden geldim hayatın ortasına. Piştiğim, kavrulduğum yangınlarla eğittim ruhumu. Savaşmak ne demek en iyi ben bilirim. Tek başına bir kadın olarak cenk etmekten, ayakta durmaktan, püskürtmekten daha zor olamaz, senin kavga dediklerin. Yine de kalbimi korudum kötülüklerden, hatta sadece yüreğim kalmış olabilir temiz kalan bu bedende.
Her şeyin, dünyanın tam merkezinde durarak, gezegenleri kendi etrafına alıp, bu koca sonsuzlukta, senden başkasının derdi yokmuş ve en çok seninkiler büyükmüş gibi salınıyorsun ya; sadece gülümsüyorum. Elindeki misketleri gösterip, “ne kadar ağır bunları cebinde taşımak biliyor musun?” diyorsun. Gözlerin bir an sırtımda duran küfeye kaysa, içinde taşıdığım o kocaman kaya parçalarını görsen, belki utanacaksın suskunluğumdan. Bakmıyorsun! Aşk dediğin koca bir yalan senin için, zorla, ellerinle parçalayarak yalan ediyorsun.
Sevgili, bilirim ki kimsenin yüreğine zorla koyulmaz aşk dediğin. Ne Afrodit karışır bu işe, ne Eros! Sen kalbinden vazgeçtiysen, Alaaddin’in lambasından çıkan cin bile, söküp alamaz, üstüne her gün yenisini ekleyerek sıktığın demir kemerleri kalbinden. Ben sadece söylüyorum, aşka dair anlattıkların var ya, hepsi hikaye, sen aşk hakkında hiçbir şey bilmiyorsun!
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Sen Zaten Derin Bir AyriLik Yasadin Yüreginde...Bundan Derini Ne oLabiLe
 
 
 
 
 
 
 
“Gün gelecek Allah’a bana yaşattığı bu sıkıntılar için şükredeceğimi biliyorum” demişti bir arkadaşım. Belki de hayatının en zor günlerini yaşıyordu. Zorlukların insana ne kadar büyük dersler verdiğini uzun uzun konuşmuştuk. Bir acının öğrettiğini bin kahkahanın öğretemeyeceği üzerine birçok örnekler vermiştik o konuşmamızda. Aradan iki yıla yakın bir zaman geçince arkadaşımın haklı çıktığını gördük. O günlerin acı görünen olaylarının, kendisine ne kadar büyük kapılar açtığını gördükçe “verdiğin acılar için sana şükürler olsun Allah’ım!” demeye başladı. Gündüzleri fırsat buldukça bir araya geldiğimiz arkadaşıma o günlerde aşağıdaki hikayeyi yollamıştım. “Strese girenin imanından şüphe ederim!” başlıklı yazımı anlamayan ve/veya yanlış anlayan arkadaşlar umarım bu sefer beni doğru anlarlar. Yaşlı kadın, bir antika dükkanından aldığı yüzyıllık fincanı özenle salon vitrinine yerleştirdi. Fincanın biçimi, üzerindeki işlemeler, renkler onun bir sanat eseri olduğunu söylüyordu. Ödediği fiyatı hatırladı; hayır, hiç de pahalıya almamıştı. Hayranlıkla fincanı seyretmeye devam etti. Derken, birden fincan dile geldi ve kadına şöyle dedi; “Bana hayranlıkla baktığının farkındayım. Ama bilmelisin ki, ben hep böyle değildim. Yaşadığım sıkıntılar beni bu hale getirdi. Kadın şimdi hayret içindeydi. Önündeki kahve fincanı konuşuyordu! Kekeleyerek: “Nasıl? Anlayamadım?” diyebildi yaşlı kadın. “Demek istiyorum ki, ben bir zamanlar çamurdan ibarettim ve bir sanatkâr geldi. Beni eline aldı, ezdi, dövdü, yoğurdu. Çektiğim sıkıntılara dayanamayıp: “Yeter! Lütfen dur artık!” diye bağırmak zorunda kaldım. Ama usta sadece gülümsedi ve; “Daha değil!” diye cevapladı beni. “Sonra beni alıp bir tahtanın üzerine koydu. Burada döndüm, döndüm, döndüm. Döndükçe başım da döndü. Sonunda yine haykırdım: “Lütfen beni bu şeyin üzerinden kurtar. Artık dönmek istemiyorum!” Ama usta bana bakıp gülümsüyordu: “Henüz değil!” “Derken beni aldı ve fırına koydu. Kapıyı kapayıp ısıyı arttırdı. Onu şimdi fırının penceresinden görebiliyordum. Fırın gitgide ısınıyordu. Aklımdan şöyle geçiyordu: Beni yakarak öldürecek” Fırının duvarlarına vurmaya başladım. Bir taraftan da bağırıyordum: “Usta usta! Lütfen izin ver buradan çıkayım!” “Pencereden onun yüzünü görebiliyordum. Hala gülümsüyor ve “Daha değil!” diyordu. “Bir saat kadar sonra, fırını açtı ve beni çıkardı. Şimdi rahat nefes alabiliyordum, fırının yakıcı sıcaklığından kurtulmuştum. Beni masanın üstüne koydu ve biraz boyayla bir fırça getirdi. “Boyalı fırçayla bana hafif hafif dokunmaya başladı. Fırça her tarafımda geziniyor ve bu arada ben gıdıklanıyordum. “Lütfen usta! Yapma, gıdıklanıyorum!” dedim. Onun cevabı ise aynıydı: “Henüz değil!” “Sonra beni nazikçe tutup yine fırına doğru yürümeye başladı. Korkudan ölecektim. “Hayır! Beni yine fırına sokma, lütfeeen!” diye bağırdım. Fırını açıp beni içeri iteleyip kapağı kapattı. Isıyı bir öncekinin iki katına çıkardı. “Bu sefer beni gerçekten yakıp kavuracak!” diye düşündüm. Pencereden bakıp ona yine yalvardım, ama o yine “Daha değil!” diyordu. Ancak bu defa ustanın yanaklarından bir damla gözyaşının yuvarlandığını gördüm. “Tam son nefesimi vermek üzere olduğumu düşünüyordum ki, kapak açıldı ve ustanın nazik eli beni çekip dışarı çıkardı. Derin bir nefes aldım, hasret kaldığım serinliğe kavuşmuştum. Beni yüksekçe bir rafa koydu ve usta şöyle dedi: “Şimdi tam istediğim gibi oldun. Kendine bir bakmak ister misin?” Ona “Evet” dedim. Bir ayna getirip önüme koydu. Gördüğüme inanamıyordum. Aynaya tekrar tekrar baktım ve “Bu ben değilim. Ben sadece bir çamur parçasıydım.” “Evet bu sensin!” dedi usta. Senin acı ve sıkıntı diye gördüğün şeyler sayesinde böyle mükemmel bir fincan haline geldin. Eğer seni bir çamur parçası iken üzerinde çalışmasaydım, kuruyup gidecektin. Döner tezgahın üstüne koymasaydım, ufalanıp toz olacaktın. Sıcak fırına sokmasaydım, çatlayacaktın. Boyamasaydım, hayatında renk olmayacaktı. Ama sana asıl güç ve kuvveti veren ikinci fırın oldu. Şimdi arzu ettiğim her şey var üzerinde.” Ve ben kahve fincanı, şu sözlerin ağzımdan çıktığını hayretle fark ettim: “Ustam! Sana güvenmediğim için beni affet! Bana zarar vereceğini düşündüm. Beni benden fazla sevip iyilik yapacağını fark edemedim. Bakışım kısaydı, ama şimdi beni harika bir sanat eseri yaptığını görüyorum. Benim sıkıntı ve acı diye gördüğüm şeyleri bana verdiğin için teşekkür ederim… Teşekkür ederim.” Usta fincanı, yaratıcı insanı şekillendirir. Yeter ki acı da ki hikmeti görelim. Kahrın da hoş, lûtfun da hoş demesini bir öğrenebilsek…

21 Haziran, 2009

Seni sevmek vardı ölürcesine..
Şimdi yanında olmak sana bakmak gözlerinin karanlıgında kaybolmak vardı..
Kömür gözlerinin yaktığı ateşte yanıp kül olmak vardı.
Görmemeliydim senden başka bir yüz işitmemeliydim başka ses ve dokunmamalıydım başka kalbe..
''Hala seninim'' diyebilmek vardı şimdi ..
Senin için atıyor bu kalp ilk günkü gibi diye haykırmalıydım..
Başka göz bakmamalıydı başkasının bitanesi olmamalıydım!
Yalnız senin olmalıydım Bir tek sana kalmalıydım ..
Seni anlatmak vardı tanıdık tanımadık herkese..
Seviyorum hemde ölürcesine bilmeyen kalmasın Yok bu aşkın önünde hiçbir engel..
O benim yalnız benim .. Bense sadece onunum demek vardı ..
Son nefesimde bile haykırmak vardı dağa taşa aşkımızı ..
Güldügünde güller açan bütün güzellikleri kıskandıran o gül yüzünü öpmek vardı.
Hissetmek vardı o sıcak öpüşlerini ..
Dans etmek vardı seninle o ilk şarkımızda..
Belki bir gece yıldızların altında belki bir gün güneşin sıcaklıgında..
Sarhoş olmak vardı aşkından birdaha kendime gelemeyecek kadar..
Bu aşk seninle başladı seninle bitecek
Bu kalp ilk seni sevdi hep seni sevecek demek vardı..
Birlikte yaşayıp birlikte ölmek vardı azraili kıskandırırcasına..
Bak işte hepsi yarım kaldı .
Susacak dilim söylemeyecek artık başkasına bu aşk cümlelerini.
Yazmayacak ellerim senden başkasına bir tek satır.
Artık olmayacak senden hayalinden başkası.
Seninle başladı seninle bitmeli diyebilmek vardı..
[Olmadı..]

03 Mart, 2009

Gelmedi..
Hem gidenin geldiği nerede görülmüş ki?
Bilmiyor, hiç bilmiyor..
Zaten hiçbir zaman benim olmamıştı, yine olmasın !
Akıl almaz bir biçimde huzurluyum..
Görmüyorum ayıplarımı, hatalarımı !
Ben zaten hep böyle bencildim..
Dünya sadece benim etrafımda dönmüyor görmem lazım !
Uyanmam lazım bu gafletten..
Çok üşüyorum, bu yokluk duygusu yiyip bitiriyor beni..
İliklerime işlemiş, her zerrem O'na yanıyor ama bilmiyor..
Olsun bilmesin, gelmesin, yetmesin ama yitmesin !


Aptallık bu !!


Ahh bir gelse..


Aklım yerinde değil. Madde yeterince doyurdu, maneviyattan yoksunum.. Bu saatten sonra tatmin olmam biliyorum.. Meğer ne eksikmişim.. Güçlü (gibi) duran bedenimin içi ne kadar aciz, ne kadar çaresizmiş..
Bunu da bilmesin!
Bana zorunluluktan değil gönülden gelsin..
Ama sevsin !
Hep sevsin, tek sevsin, büyük sevsin ki içimin cehenneminden haberi olsun..
Niye yazıyorum ki bunları ?


Gitti giden geçmiş ola..


Sus yüreğim sus !


Duymasın kimse acizliğini !
Sana yakışan güçlü olmak.. Zaten hep sana yakışanı yapmadın mı sen (ben de sana) ?
İstediğini değil yakışanı !
Yandın ama yaptın çünkü mecbur bırakıldın..
Hem biz böyle büyü(tül)medik mi seninle?
''Bize yakışanı yapın'' demedi mi büyüklerimiz ?
Ee nedir bu halin ?
Bize güçlü olmak yakışıyor yüreğim yeter üzüldüğümüz.. Hadi sus ve kaldır başını, kaldır ki ayakta durabileyim !
Destek ol bana yüreğim senden başka kimsem yok bunu sen de biliyorsun..
Sen de yarı yolda bırakma beni.. Bedenim de kaldırmaz artık bu kadarını..
Ömrümün son demidir o vakit..
Hadi kalk yüreğim gidelim...



(Yine amaçsızca, yine öylesine..
Bilsin diye değil sevsin diye..)

02 Mart, 2009






Ne yaşaması kolay oldu bu aşkın
Ne de bitmesi
Duyuyor musun, orada mısın,
Var mısın, yok musun?
Bir tek şeyi unutma!

Seni sevdim ben.

Yanarak, yıkılarak
Aklıma her geldiğinde ağlayarak....



Sen giderken
gelecek tek bir haberi umutsuzca beklersin
Bir de beklemek ölüm gibi gelir insana böyle zamanlarda.
Aslında ölüm fikride garip değildir artık sana.
Rüzgara karşı alıp yelkenleri açılma vaktin gelmiştir denize.
Bilirsin ki ne fırtınalar ne deli dalgalar beklemektedir seni.
Korkarsın terk edemezsin limanı bir köşesine sığınırsın.
Kabullenmesen de artık aşk bitmiştir
İşte son budur...

İçin hep hüzün doludur bir türlü kabullenemezsin bittiğini.
Gözlerinin içine bakıp seni seviyorum demesini beklersin.
O sözler hiç çıkmayacak o dudaklardan bilirsin.
Yinede umudun yeşildir
İşte hayal budur...

Gururlusundur istenmediğin yerde durmazsın.
An olur ki ne olur bitmesin dersin.
Bu sözlerin dudaklarından nasıl çıktığına kendin bile inanamazsın.
Oysa o yüzüne bakıp sadece gülümser
İşte acı budur...

Ondaki sıcaklığı kimsede bulamayacağını düşünürsün.
Kimse onun gibi gülemez onun gibi konuşamaz dersin.
Ve kimseyi onun kadar sevemeyeceğini bilirsin.
Kahredip başını eğersin önüne.
İşte hüzün budur...

Nefes alamaz hale gelirsin daralır için.
Bir kaç saatlik derin bir uykuya hasretsindir.
Bilirsin ki gözlerini kapasan da terk etmeyecektir hayali.
Atarsın gecenin kollarına kendini
İşte huzur budur...

Ondan geri dönerse diye ölemezsin bile
İşte sabır budur...

Hayat devam ediyordur ama her şey yarımdır hep bir yanın eksik.
Yüreğin eskisi gibi atmayacaktır başka aşklarsa seni kandırmayacaktır.
O başkalarıyla mutlu bir hayatı yaşıyor olsa da yine de sevginden vazgeçemezsin.
İste aşk budur...














Çok az şey saklamışım yaşamımda;
ne bir fotoğraf var ilk aşklardan
ne bir mektup,
dostlardan beş on tane;
şunları yazmış Stockholm'den
Demir Özlü 1983'te :
"rahmetli Çiğiltepe'nin oğlunu gördüm
geçenlerde Helsinki'de,
sürüyorum geçmişin izlerini"
Hangi izlerin peşinden gittim ben
içimde bir mahşer beklentisi ?

Çok az şey biriktirmişim yaşamımda ;
hiçbir andaç yok babamdan,
verdigi mineli çakmağı
unutmuşum bir Amerikan Bar'da ;
ah umursamaz gençlik!
Sımsıkı tutsaydım şimdi
avucum ısınır mıydı acaba ?

Yığınla not var ama masamın gözlerinde :
şöyle "Üç Kör" başlıklısı: -Homeros,
Milton, Borges-. İçgörü üzerine bir şiir
yazacaktım belki de. İşte bir başkası :
"Yolculuk" : -Odysseia, Moby Dick,
Karanlığın Yüreği-
Belli : Çıkış ve Varis ya da
Baslangıç ve Son takılmış kafama.
Demek ki yetişemiyor insan
ne yapsa kendi tasarısına.

Kitaplardaki kenar notlarında kalacak
benim ardımda bıraktığım iz,
anonim bir kimlik olacağım ;
bir sahaf dükkânında yıllar sonra
satılmış kitaplarımı karıştıran okur
bilemeyecek
satırların altını benim çizdiğimi,
geçmişe ve geleceğe karışa karışa.

İthaf sayfalarını da yırtmalıyım yavaş yavaş;
yığınla düş kırıklığı, yanılış;
yüzünü görmediklerim var,
yazdıklarını sevmediklerim.
Küskün ölenler oldu bana,
kimlere küskün öleceğim
ben acaba?









Artık kabullenmişliğin yorgun havasını çalıyorum şimdi..senden bana kalan ezgiler,dinlediklerim hep seni hatırlatıyor banaVurgun yemiş satırlarım son yıkıntıların altında çırpınırken..kac kez okudum sayısını bende bilmiyorumo mutlu günlerde yazılanlarıhepsi ezberimde şimdi yokluğundayokluğunda onlar bana yoldaş arkadaş onlar avuntum
Ben derinden bir türkü tutturmuşum akıp giden zamana..
hani o ençok senin sevdiğinsaatlerce dinlediğin dinlediğim
bana hep seni anlatanHislerim yanıyor!..yokluğunda körelmiş hislerim,kalemim kırık tanımaz senden başka bir hecene zaman kalemi alsam elime adın oluyor yazdığım ilk hece sen oluyorsun seni yazıyorum
Dumanını çekiyorum içime efkar sigarasıdır diye..sensizliğin o içimi yakan parçalayanbeni yavaş yavaş ölüme götüren dumanını bu kara sevdamın bir hiç uğruna bitişinin verdiği sızıyı çekiyorum içime sensizliğinde
Ve ben artık,kaybetmişliğin ardından ağlayan çocukları elinden o çok sevdiği alınan çocukları oynuyorum.. Neydi bizi bu karanlığın girdabında rotasız bırakan.. hangi gururdu hangi sözdü hangi limandı sevdamızı elimizden alan Neydi hislerimizin dumanını savuran?..
sessiz bizi içten içe ateşsiz yakan Yok olmuşluğun keyifsizliğini mi sürmeliyim şimdilerde.. Yoksa senin yok oluşunun acısını mı sindirmeliyim
asla alışamayacak olsamda içime?.. Yoksun!.. Bir hayal kadar duman,
bir duman kadar bulanık hayalin.. Tutunacak gibi oluyor ümitlerim..
tutunduğum dallar elimde kalıyor birer birer Bir adım veriyorum sana karşı.. önümde gecilmez bir uçurum yokluğun tut tut tut ellerimden neolur ben düşüyorum Bulanıklığı da kalmıyor dumanının .. içime çekiyorum aldığım son nefes gibi Yoksun!.. işte az önce verdiğim nefes kadar anlıktı varlığın.. Az önce hayat verdin bana, ama şimdi; yoksun!.. alıyorsun elimden hayatımı bana kalan bir boşluk bir uçurum Karşımda bulanık dumanın, içimde hislerin alevi.. yakıyor beni derinden yanıyorum
Ve elimde kalemim.. Son demlerini döküyorum satırlara teslim olmuşluğun.. bak yine yine seni yazıyorum Son nağmelerini mırıldıyorum titrek dudaklarımdan.. dinlediğimiz ezgilerin Ve üşüyen ellerimle enkazını oluşturuyorum .. karaya oturan rotasız aşkın Ardında yıkıntısını bıraktığın satırların.. Sen, tutulan el kadar sıcak bir gerçekken sen aşk sen kara sevdamken Verilecek bir nefes kadar da gidicisin.. Tutsam içimde öldürecek, bıraksam uçup gideceksin.. yine beni terk edeceksin Sen, efkar sigaramdaki duman kadar hayal.. Enkazından kurtulamayacağım
sensiz yaşayamayacağım kadar Yıkıntı bıraktın ardında.. bir enkaz Bıraktın bana senden sonra Ve ben kabul ettim.. Yenildim, yok edildim..
Bir ruh kadar sessizim şimdi odalarda gezinen.. tek avuntum ara sıra beni yoklayan bak geldim işte seninleyim seninim artık gitmeyeceğim diyen hayalin Gözdeki fer kadar gidiciyim ben de.. gercekle hayali ayırt edemeyen Elveda hayallerin kahramanı, elveda aşkı dumanı.. Ve elveda yıkıntılarımın mimarı..

Yak!..

Yık!..

Estir dumanını!.. Gözlerimden feri de çek!.. Öyle git!.. Nasıl olsa gidişine
bağlamıştım ipimi.. Mezar taşıma da adını çiz, öyle git!







İçimin tenhalaştığı saatler...

Suçlarım ağladı bu gece...
Dilim battı içime...
Geçmedi geçmiş... Geldi çattı yine...
Susamazdım...

Özrü kabul edilmiyor kimsesizliğimin...
Kimse kendini üstlenmiyor bu masalda...
Oyunu ben bozmadım oysa, yalnızca düş kurdum çocukça...

Yine de...
Affedin, gözlerinden yaralanmış bu sızıyı...
Affedin, geçmişime asılmış bu sizi...

Kendi kalabalığından kaçan kentler gibiyim bu gece...
Zemheri bir yaşayış düşürmüşüm gözlerime...
Gerisini susuyorum...
Masallardan düşüyorum bu gece...
Bir martının gözlerinde üşüyorum...
Sonrası yok...
Biliyorum...

İstasyonlar ıslaktır...
Kentler çamurlu..
Sesler soluktur biraz, birazda yorgun...
Susmaksa çoğuldur...

"gitmek" derse biri; içim kanar...

Ve işte "gitmek" diyor ötelerden biri...
K/anıyorum...

"gitmek, çoğaltmıyor hiç bir masalı" diyorum... Susuyor...
"kalmak ölümü yaşatmıyor" diyorum... Gülümsüyor...
"gitmeliyim" diyorum... "kalmalısın" demiyor... !

"gitmek" diyor biri...
"gitmek; kalmanın en erdemli yoludur..."
İçim acıyor... !

Bir gün onunda değermiş yüzü düşlere...
Aynalarda ölüm...
Gülüşü kırılırmış gözbebeklerinde...
İşte o gün "gitmek" denen bitermiş...
Bir gün... Bir gün o güldüğünde, ölüm şehri terk edermiş...
O güldüğünde, masallar hep mutlu sonla bitermiş...

Gitmeliyim... Ağır yaralı ruhumu alıp yanıma, ölüm tehlikesi olan düşlere iz sürmeliyim...
Gitmeliyim... Sol yanımdan başlayıp şehri terk etmeliyim...
Gitmeliyim... Yüzüme düşmeden gülüşün, hüznümü yitirmeliyim...
İçimin sessizliğinde arındırıp gözlerimin derinliğini, kuytu köşelere astım kimsesizliğimi...
Şehrin karanlığından başladım kendimi içmeye...
Bir tutam huzurdu belki ölüm...
Bir tutam sevinç...

Adımı kininizle yıkadım... Aklar mı nefretiniz gülüşümü?
Hadi!
Bunca suskunluğunuzun üstüne, suçlarınızı yükleyin gözlerime...
Hadi!
Suçsuzluğumu susturun yine...
Hadi!
Düşsüzlüğümü ağlatın her gece...
Alın buda elma şekerim... Alın buda gülüşüm... Alın buda masalım...
Hepsi diyeti gözlerinize bakmamın...
Hepsi bedeli böylesine susmamın...

Kent soysuzuyum biliyorum...
Yine de...
Hiçbirinizden af dilemiyorum...
Varsınız...
Varsınız ve masalsınız...
Belki de en az bir masal kadar yalansınız...
Ve ben; böylesine yalanken bile, seviyorum sizi !!!
Harabe gülüşlerim vardı, masal diye okudunuz...
İlişmedim kimseye...
İçimde bir yangın vardı, sığındım gözlerinize...
Hepsi bu...
Suçsa masalsızlığım, kendim/sizliğim vebalse çoğulluğunuza, bir "sus" daha dayayın şakağıma...

Gözlerimi kapattığımda göremediğim her düşün katilisiniz siz...
Doğmayacak çocuklarımın yetimliği, ölmeyecek gençliğimin ecelisiniz..
Kırgın değilim kimseye...
Kırgın olmasında kimse...
Kırılacak kadar var olmadım ki sizde...
Hazırım ödemeye hüznümün suçunu, kesin kirpiklerimin boşluğunu...
Sökün içimi benden, bir "siz" damlar belki gözlerimden...

Neyin bedeli bu?
Kirpiğimin suçunu gülüşümle ödüyorum...
Alınmayın sakın size değil bu ıslaklığım...
Kirpiklerime şiir düştü ondan böyleyim...
Çok geçmez geçer bu kimsesizliğim...
Vebalinizi alır bir masal üstümden...
Öder hakkınızı ölüm üzülmeyin...
Yazık ki kırgın değilim...
Yazık ki yine kendime biriktim...

18 yaşındayken hayat adil olamıyor bazen...
Gülüşü sizinkiler kadar içten olamıyor...
18 yaşındayken hayat tebessüm bile etmiyor...
Bakmayın sitemime...
Bakmayın kinime...
Dedim ya...
Kırgın değilim size...
Sadece biriktim bir şiirin ilk harfinde...
Özrümün kabahatini affedin...
Kimsesizliğime verip yanılmışlığımı, yangınımı beni azad edin sesinizden...
Ki ben sessizdim...
Sessizim...
Neden değdi kirpiğim gülüşünüze?

İçimi yıkadım geldim işte...
Suçsuz değilim...
Suçlarım kaldı sizden arta...
Onu da çok görmeyin masalıma...








Kapat Bu Aşkin Oturumunu!



çevrim içiysen sokuluşlarında
ve titreşiyorsa duygularım
kabullenmekteyim seni yüreğime
kaydetmekteyim aşkını,
sık kullanılanlara
takıldıysa fare
ve kasıyorsa düşüncelerim
format atmalısın belleğime
ekle kaldırda eklemek yerine
sürekli kaldırıyorsan
yüzleşmelisin hatalarla
ve kaldırabilmeli kapasiten
dokundurmuyorsan
hayatının geri dönüşüm kutusuna
ve emin olmadan siliyorsan
kapatmalısın oturumu
ve çıkmalısın yüreğimden



Ayşegül Aslan





Gittiğini Unutmadım



O en büyük günahı saklama gözlerimden.
Gittiğini söyle bana; kaçtığını unutmadım!
Silip gözyaşlarını, başla da sözlerinden,
Attığını söyle bana; sattığını unutmadım!

Hayale çok aldandın bak dedikçe doğruna.
Dünyayı sele verdim yakıp yıktım uğruna.
Allah'ın yarattığı vicdansız her kuluna,
Koştuğunu söyle bana; taptığını unutmadım!

Böyle el olmak değil, kalmak vardı seninle.
Dalında tomurcuktum, olmak kaldı sevginle.
Eyyub görse korkardı, sen beni her derdinle,
Tuttuğunu söyle bana; yuttuğunu unutmadım!

Kaç kul anlardı seni, say da bak şu beşeri?
Kapımda kölem dedin, söz girmeden içeri.
Habil kabil'den çekti, bağrıma o hançeri,
Dürttüğünü söyle bana; soktuğunu unutmadım!

Hangi kahrı sayayım, çeksem gelmezki dile.
Gittiğin gün unuttun; yok endişen, ne çile.
Sırtım dünyaya dönük, çektiğim resmi bile,
Yırttığını söyle bana; yaktığını unutmadım!

Dönmeni çok bekledim, göz bağlıyken uzağa.
Elbet gelecek derdim, söz verirken dudağa.
Ne kadarda zulmetsen, ‘'aşkım'' derken toprağa,
Koyduğunu söyle bana; gömdüğünü unutmadım!
Sunduğunu söyle bana; öldüğümü unutmadım!


Ömer Faruk Yılmaz














Acıma Acıyorum

Ucu ucuna kaçırdım sevmeleri... İnsanlara can dediğimde bir canımın olmadığı geldi aklıma. Yeminlliyim ben,adımı bile kendimin koymadığım bir dünyada ne kadar ben olabilirim...? Hepimiz başkalarının hayatlarını yaşamıyor muyuz? İşte bu kez yaşamıyorum... Yeminliyim ben,yaşadığım sürece günah işleyeceğim...!

Geceye uzanmış titrek ellerim. Bu gece bütün yıldızları indirdim gökyüzünden. Dünyayı mahkum ettim karanlığa. Bu bir yas değil,bir intikam biçimidir...!

Kalabalıklar artırdı yalnızlığımı, sokaklarda fark ettim çiğnenmiş bir taş olduğumu. Gözlerim kan içti yıllarca,kan. Ellerim tutmadı bir daha insan elini. Düşlerime ayaz vurdu,ellerimi bağladı yapışkan, yarasa prangalar.S anmayın bu yaşamak,bu düpedüz ölme biçimidir...!

Ucu ucuna kaçırdım sevmeleri... İnsanlara can dediğimde bir canımın olmadığı geldi aklıma. Yeminlliyim ben,adımı bile kendimin koymadığım bir dünyada ne kadar ben olabilirim...? Hepimiz başkalarının hayatlarını yaşamıyor muyuz? İşte bu kez yaşamıyorum... Yeminliyim ben,yaşadığım sürece günah işleyeceğim...!

İnsanların yapışkan elleri tuttu yakamı. Fikirlere gebe yaşamımı aldılar elimden. Sanmayın ki bu bir hayat yaşanır yeniden.Bu bir dibe vurma biçimidir...!

Ağladım,anladım ki ağlamak anlamakmış... Bu kez çocuk olacağım tutmayın düşlerimden...

Bakın ne diyor çocuk yüreğim:

''Eğer yeniden gelseydim yeryüzüne,daha çok yalınayak yürürdüm sokaklarda,aksak denilen bir beyinle... Ali'nin ayağında diken,İbrahim'in elinde baltaolurdum. Muhammetle doğardım yeniden, İsa'nın onuruna çakılırdım çarmıha. Edison'un gerizekalı sanılan aklı çözerdi beni. İsyanımı Celali kıskanırdı, öfkemden Nietzsche kızarırdı. Severken insanla tabiat karışımı o garip yaratığı Şekspir ağlardı.

Eğer yeniden gelseydim yeryüzüne, Mozart'a ilham olurdu uçuk bakışlarım. Sonucu sıfır bulunan çok bilinmeyenli bir denklem olurdum. Ama hiçbir zaman Elif olmazdı adım. Şizofreni demezlerdi insanlar bedbinliğime... Böyle geç kalmazdım sevmelere...!

Mezar taşına çaktılar düşlerimi. Kör oldu gözlerim, duymaz oldu kulaklarım. Bir gün geldi bütün yeşiller,sarıya boyandı. Bir gün geldi kaybettim bendeki beni. Sonra insanları kaybettim, gülümsemeyi kaybettim,dünü kaybettim, yarını kaybettim, gökyüzünü kaybettim,yeryüzünü kaybettim. Dünyamı kaybettim,ahireti kaybettim. Adım yok,sanım yok, tanımlanacağım bir tarif yok. Bu kayıp şehri bulabilecek bir nefes yok....

Ağlamayı öğrendi artık gözlerim. Susmayı biliyor dilim. Büyüdüm, büyüdüm ve en sonunda unufak bir toz haline geldim. İçmeme bile gerek yok artık. Ben sokaklarda nara atan sarhoşlarla beraberim. Sazımda tek tel var,hep aynı sesi veriyor kulaklarıma...

Bütün şairleri öldürdüm,bütün yazarları... Artık kendim yazıp,kendim ağlıyorum. Roma'yı da ben yaktım, Viyana'yı da ben kuşattım. Ben öğrettim Cemşid'e şarap yapmasını. Kız Kulesi'ni ben inşaa ettirdim, acımı saklamak için...!

''Beni öldürmeyen şey,beni güçlendirir.'' dedi Nietzsche, beni dindirdi. Acını sev ve ondan korkma dedi bir ses,beni inandırdı. Onlar gül! dedi,ben kahkaha attım acılarıma. Sonra korktu benden boynunu eğen düşlerim ve büyüdüler. Sonra acıma,acımaya başladım. Ukala dedi insanlar buna. Aldırmadım...!

Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, büyük acılarla koyun koyuna,büyük sularda boğulacaksın dedim. Acım korktu benden,ben güldüm ona... Heyyy,duyanınız var mı? Kulaklarınızı açın ve dinleyin: Acımı öldürdüm ben...! Çünkü artık yaşamıyordum...!

Elif Sezgin








Ölüm... Yılın en sıcak yaşandığı zamanlarda bile insanı titretmeye yeten ürpertilikte bir durum.Yalnız kaldığımızda soğuk kış gecelerinde sonbaharda dökülen yaprakları hepimiz düşünmüşüzdür annemizin babamızın kardeşimizin vs. öldüğünü bu defa kendi ölümümü düşündüm. Yokluğumda yakınlarımın ne yaptığını düşündüm.
Ölümün dünyada hiç birşeyi değiştirmediğini herşeyin aynı devam ettiğini gördüm.Meğer ne kadar sıradan biriymişim.
Sonra cenazemi düşündüm namazımı kıldıran imamın "rahmetliyi nasıl bilirdiniz ?" sorusuna bazıları burun kıvırarak iyi bilirdik diyorlar.
Sonra arkadaşlarımı düşündüm güldüğümüz şakalaştığımız arkadaşlarım beni unutmuştu.Sözde beni sevenler hatta benimde sevdiğinden emin olduğum arkadaşlarım sanki bunlar değildi.
Evdede bazı değişiklikler olmuş en çok sevdiğim dolabım ayakkabılarım yerinde yok.Oysa ne kadar özenle seçip almıştım onları...
Herkes kandi halinde herhalde yoğun hayat temposundan olsa gerek yoksa bu kadar kolay mı bir kalemde silip atabilir mi insan sevdiğini?
Annem sabır ve takva misali sessizce ağlıyor.
Tıpkı iki cihan serveri Efendimizin oğlunun cenazesinde ağladığı gibi. Sahabeler efendimizin ağladığını görünce siz de mi Ya Resullullah ?demişler. Efendimiz " Kalp hüzünlenir, göz yaşarır " cevabını vermiş.
Komşular Kuran-ı Kerim okuyor artık hiç kimse ağlamıyor yokluğum farkedilmiyor bile.Herkes kendi halinde.
Posta kutuma e-mailler birikmiş beni hiç tanımadığı halde sevdiğini söyleyen internet arkadaşlarımın ölümüden haberi bile yok.
Ve uğruna herşeyimi feda ettiğim sevdiğim bile çoktan UNutmuş beni...
Hayatlarında neredeyse bir sıkıntı olduğum bunca insanı memnun etmek için gösterdiğim çabaya bakınca ölümümün arkamda bıraktığım çok sevdiğim bir çok kişi için hiçde dayanılmaz olmadığımı anladım.
Ve silkinip kendime geldim.
İyiki ölümü düşündüm şimdi yeni kararlar verdim.
Hayata değeri kadar değer vereceğim.Gideceğimiz ahirete göre sevgilerimi ayarlayacağım.
Kişi sevdiği ile beraberdir."








Çok uzak yoldan,
Üstelik yayan,
Ve yetmezmiş gibi,
her adımda ağlayarak geldim...

Evinde misin?
Bekliyor musun üstelik?
Ya da istiyormusun?
Bunları bilmeden,
Üstelik düşünmeden geldim...

Onca yaşanmışlığı bir kenara itip,
Ve sayfalarca doldurduğum günlüğü
Bir kalemde silip,
Boş bir defter koydum heybeme de öyle geldim...


Yağmur yağıyor üstelik...
Islandım sırılsıklam...
Oysa, ben ıslaklığa alışığım.
Yüreğimden akan yaşları topladım avucuma,
Matarama koydum da geldim.
Susuzluğumda yolculuğumun
Onları içe içe geldim...

Bekliyorum kapında, ışıkların kapalı.
Alıştım karanlıkta yürümeğe,
Önümü görmeden bastığın her adımın
Beni bir uçurumdan aşağı atma korkusu ile geldim.
Son adımım, kapının eşiğinde.
Eşiğinin ötesinde ne var bilmeden geldim.

Bunca yırtılmış sayfadan sonra
Beklentim yok, hayat denilen kitaptan.
Anladım ki; hayatın sana sundukları
Sadece gösterdiği eli imiş.
Avucunu sımsıkı tutup arkasına sakladığı
O elini, açabilmekmiş mutluluk.
Sana verdikleri ile yetinmemekmiş,
İnadına arkasına sakladığı elinde görebilmekmiş
Mutluluğun sırrı...
Ben tüm yolculuğumda, gelirken sana
O elin hayali ile geldim.

Kapındayım...
Ben geldim...
Kurt gibi acıkmış yüreğim
Bir lokma sevgiye...
Tüm bedenim tükenmiş
İstesen de bir adım atamam...
Yıkıldım kapına yorgun.
Yıkıldım, kapını aç...
Ne olur zili çaldığımda
Bir adam bulacaksın eşikte
Yorgun,
Bitkin ve aç....

CAFER YILMAZ







içimde minik bir serçe, serçenin içinde göç katarları…
Yükünde bütün hüzzam şarkılar…
Sesinde çığdan büyük acı, acıdan büyük gözyaşı…
Sonunda ayrılık… Ellerimde koskocaman bir boşluk…
Gidende unutulmak korkusu, kalanda yine gözyaşı…
Demir, paslı bir kapı ya da çelik, çiçekli… Giden kapıyı çektikten sonra, hikâye gerisi… Ne kapının süsü, ne demirin pası… Ne de kapının paspası… Sadece kalanın gözyaşı… Ardında bıraktığı bin yıllık acı ve gidenin göstermediği gözyaşı…

Gözümde binlerce anlam… En çok hüzün barındıran… Gitmelerin “git” lerini okuyamasam, haykırsam sana yüreğimin “kal” larını… Beynimin “unut” larına sağır olsam ve yine yüreğim bağırsa beynimin kulaklarına bütün şiddetiyle usulca umutlarını… Umutların arasında “unut” ları unutsam… Yeni “sen”ler doğursam sana, yeni “ben”lerden… Yeniden “biz” olsak… Yahut ölsek hiç yaşamamış olsak…

içimde bir karanlık… Sesimde kararsızlıkla sana seslensem… Bir rüya olsa bu hiç uyanmasam, uyansam da hatırlamasam… Yol iz bilmem, bildiğim tek yol senin yolun olsa, kalkıp sana gelsem… Gel desen… Ah! Gel desen…

Silsem gözlerinden yüzümü… Yırtıp atsan yüzümdeki hüzünü… Ellerim üşüyor, beni sıcaklığına sar… Ve eski vedalardan, getir bana yeni merhabalar...
Ah! Yıldızlar kadar uzaksın… Uzakta bir yıldız olsam…
Yok olsam… Hiç olsam… Ben olmasam…









Bir Kişi Bin Karakter

İnsanlar. . . .



Sabah erken,kalkmakla başlar işi,
Ya Allah!Ya Bismillah!Haydi yap plan,
Bu gün yapılacaklar,hayli çok !
Bre dayan !
Öğleye doğru kalkmak,onun için,
En iyisi !
Bir işine,karışan yok ,
Her bir şey,dişine göresi ,
Yöresi,kendi yöresi,değilse de..
Tutturmuş dikişi . ,
Gider hem tersine,hem yüzüne,
Maksat yeyişi .
Yapılan Hal-İ icraatların . ,
Yoktur,geriye dönüşü .
Gönüller bir kuş ,
Hayat,kanat çırpışı .





Bir Sen Bir de Yine Sen


Başka şey bilmem, sana talibim
Senin için vurur, sana atar kalbim.

Teslimim aşkına, işte kapındayım
Azat istemem, sensin tek sahibim.

Aşk kazanı durmadan kaynar içimde
Şimdi alem-i dünyaya ayandır halim.


Senden esintiler dolmasa koynuma
Bir an uçamam, kırılır kanadım.

Yanında, yakınında olayım isterim
Hep dursun kutlu defterinde adım.

Talimin birini aksatsam bilmeden
Korkarım silinecek diye kaydım.

Defterine gövdemi basar, ölürdüm
Ey can şimdi yanında olsaydım.






Aylar oldu görmeli yüzünü,beklesemde nafile varmadı hala haberin.Biliyorum çoktan sildin beyninden,belki sorsalarda gelmem aklına,gece olup girince yatağına benim gibi üşümez bedenin.Bir bilsen bıraktıgın gunden beri yaz gelmedi buralara.ne kelebeğim var ağaçlarımda ne yeşil yapraklar.Güllerimde açmaz oldu.uğur böceklerımde yok artık seni dileyeceğim...işte ben böleyim,dermanım kalmadı ellerı mutlu görmeye..sen başkasının ben başkasının olduk bı.. tanem..bılırım sana zor gelmez benı ellerle gormek..ama bana zor gelıor senden baskasını sevebılme ıhtımalleri...ben sadece seni sevmeyi sevmiştim.bir tek seni hissetmeyi.bi aşkı başka bi aşk söndürür dediler sevgilim başaramadım.söndüremedim..içimde senin için yanan ateşi küle çeviremedim.uzaklarda oldugunu biliorum şimdi.kımbılır kımın yanı başında kapattın yine gözlerini,hangı bedende kokun kaldı yada hangı dıllerde aşkımların var.hangi gönülde can oldunda bu cananı unuttun...dön demeye dilim varmıyor artık ..dönsen ne fayda baska kollarda olduktan sonra.baska kokularla baska asklarla.yalan sevıslerle dönsen ne fayda..yakın oldugunu bılsem yetmezmı sandın var oldugunu bılerek yetınmelerı bılmezmısn hıc.ben var oldugunu bıldıgım ıcın rahatım bu kadar.bak aglamıorumda eskısı gıbı sadece dua edıyorum.çalmasın sahte asklar kapını.koskoca bır yılı pısmanlıklar içerisinde geçırme dıye dualar edıorum.şiirler yazamıorum adına.cümleler kuramıyorum senle ılgılı.ben degılsın ya artık elın oldun.sahıplenemıorum...yabancısın sımdı belkıde hıc tanımadım seni..çelme taktın yüreğime sensızlıge düşürdün beni bak dinmez oldu yaram eserinle övün mutlu ol..










Sensizim.. Üşüyorum!


Bu dinlediğim son şarkı bizim üstümüze söylenmiş. Kilit vurdum kalbime,
umutlarıma. Ne bundan böyle sevdaya dair bir şeyler beklenebilir yüreğimden ne
de nefret edebilirim birinden. Ben hamal değilim ki; hep kahrını taşıyım ömrün;
Alın atık üzerimden hayata dair ne varsa. Alın sevdaya dair acıları, paylaşın
aranızda...

Sen sanıyorsun ki, kolay geliyor gidişin bana.. Arkanı döndüğün ilk andan
gözlerim gülecek mi yeniden sanıyorsun? Söylesene! Sen ne sanıyorsun aşkı,
sevgiyi, söylesene! Kolay olan, kaçmaksa, yalansa, vazgeçişse; ben zor olanı
seçiyorum ve Seni Hala Seviyorum.

Sen öyle san, farzet ki her şey çok kolay... Gittiğini sandığın sen, giderken
bende kalanlarını, yani seni, yani aşkı, yani bizi alamayacaksın benden.... Geri
vermeyeceğim onları, benim onlar, bana ait.

Biliyor musun, acı olan asla gidişin değil.. Belki bir gün sevmeyi öğrendiğin de
yanında ben olmayacağım.. Bir sabah gözlerini yeni doğan güne açtığında başkası
olacak yatağında.. Benim içinse sadece "sen" var olacak baktığım her yerde... Ve
işte ilk defa o gün sebepsiz ağlayacağım, o gün yaan yağmur gizlemeyecek
gözyaşlarımı. Kim bilir belki de aynadaki hayalin ilk kez asacak suratını bana
ve o sabah sensiz ve üşümüş uyanacağım!

Her şeyin bir bedeli var biliyorum ve bende bu bedeli ödüyorum. Ödediğim bedel
sensizlik, yalnızlık, aşksızlık Oysa yüreğim her şeye rağmen mutlu olmanı
diliyor....

Seni bulduğum yerden başlıyorum yürümeye.. Seni düşünüyor ve gecenin ayazında
üşüyorum.. Veda bile etmeden gidişin geliyor aklıma, sadece susuyorum..





O güzel gözlerinden, sımsıcak gülüşünden ayrı
Ölümle eş anlamlı koca bir sene
Nasıl yaşadım bunca günü
Bakışlarından ayrı, hâlâ bilemiyorum...
Feryat etmek istiyorum böyle kadere
Sesimi duyurmak istiyorum sana
Ama nafile bunca çırpınış...
Bazen düşünüyorum da
Senin yerine ben ölseydim
Şimdi tek derdim seni beklemek olurdu
Fakat şu an özlem, kin ve nefret
Bütün bu duyguları bir arada yaşıyorum
İçtiğim içkideki her yudum,
Sokakta her rastladığım keş
Ve her beyaz gül seni hatırlatıyor..
Evet senin yüzünden içkiye de başladım
Bana gülümserken yaşattığın tatlı sarhoşluğu
Kadeh diplerinde bulmaya çabalıyorum
Seni güle benzetiyorum dokununca kırılacak
Ve seni herkese benzetmek istiyorum
Sadece yüzümde küçük bir gülümseme olsun umuduyla
Artık gülmüyorum, gülemiyorum
Sensizlik bir karabasan gibi çöktü üstüme
Daha fazla tahammül edemeyeceğim
Geleceğim...
BEKLE!!!

Bir yudum sen olsaydın dinerdi susuzluğum!
Gözlerim yıldız dökerdi kanlı yaşlar yerine.
Işık saçardı gülüşlerim. Böyle kırılmazdı kolum kanadım.
Sen olsaydın yanımda, dünya değiştirirdi rengini, maviye boyanırdı düşler ve dağıtmazdı beynimi o karamsar düşünceler.
Her şey daha farklı olurdu bilirim.
Hasret şarkıları dokunmazdı yüreğime, ağlamazdım yerli yersiz,canım acımazdı böyle çok...
Her gece bu yalnızlık
Alev alev yakar beni
Ve yokluğun her anımda
Yağmalar yüreğimi
Keşke, keşke sen olsaydın bir anlık... Bir kere dokunsaydım tenine, sarılsaydım sımsıkı,uyusaydım dizlerinde. Biterdi belki ölüm korkularım. Birlikte ağlar, birlikte ölürdük hiç olmazsa.
Bir görebilsen nasıl
Perişanım kahrımdan
Ölüm yok etmez beni
Yokluğun kadar inan!
Çok değil inan, bir yudum sen olsaydın dinerdi susuzluğum!













''SANA KANARIM''

Gözlerimin pas tuttuğu son duraktayım şimdi
Ne gecenin matemi
Ne de aramızda uzayan zaman
Hiç biri engel değil aşkıma
Bu nafile bekleyişlerde
Dal gibi kırılsa da umutlarım
Aşk kokan harfler dökülür yüreğimden
Ben yine satır satır sana kanarım...





Seni seviyorum diye
Gelişine kadar rötar yapmış hayatımı
Seninle yaşamaya hazırlanırken
Sana uzanan yollarımı kapaman niye?
Biliyorum haykırışlarım boşuna
Şahin pençesinde asılı serçe gibi
Nafile tüm çırpınışlarım
Boşuna sesleniyorum duymayacağını bile, bile
Seni beklemem nafile Gözlerinde zifir siyah bir perde
Alkış tutuyorsun alabildiğine
Şamdandaki mum gibi eriyip bitişime
Sen kulaklarını değil
Yüreğini tıkamışsın sana seslenişime Oysa ben
Tüm yokluğuna inat varlığını yaşatırken içimde
Gül pembesi çizgilerle resmini işliyorum
Karanfil moru gecelere
Şiirleri seninle yüklüyorum kanatırcasına
Dizeleri ağlatıyorum.
Seni işliyorum hecelere Tüm yaşayamadıklarıma inat
Seni yaşamak istememdi ütopyalarım
Tek sana adanmışlığımdı ölümüne
Tek senin doldurduğundu rüyalarım
Şimdi
Bir tutam gücüm kaldı en sona sakladığım
Bilmiyorum
Ansızın çıkıp gelecekmisin aniden
Bir avuç toprak olmadan sonunda
Sen diye kucakladığım. Bir gün
Anlayabilme ihtimalin var ya sevdiğimi
Düşüp gelme umudun var ya yüreğinin peşine
Yüreğin bende emanet biliyorsun
Ve ben
Yüreğin yüreğimde
Yüreğin ellerimde
Çok yakında
Çekip gideceğim yok oluşun koynuna
Beni düşürdün ya bu hale
Günahı boynuna.

Mustafa Şekerci





Kum Misali...

Suya bulanmış kum misali gönlüm.
Yokluğunun acısıyla yavaş yavaş dibe çöküyorum
Birden sen geliyorsun.
Sevdan coşup denizin dalgalarına karışıyor
Kum suya bulanıyor...
Sahiller sen kokuyor sanki...
Derken gidiyorsun...

Kayboluşunun ardından bir durgunluk
Ve...
Tekrar dibe çöküş...

Hiç üzülme! ..
Sen diğer bir dalgaya karışana dek,
Bu soğuk sahil seni bekler...

Denizin dalgası tükenmez...
Kum, talan olup sürüklenmeye mahkum.
Bense her terkedişinde,
Dibe çöken gönlümle; senin sevdanın sürgünüyüm











Genç yaşta geçip gidenlere,
Parça parça olur yüreğim...
Sadece bir merhaba edenlere,
Parça parça olur yüreğim...
Aslan gibi kayıp oluşlarına,
Parça parça olur yüreğim...
Birdenbire yok oluşlarına,
Parça parça olur yüreğim...
İster kader, ister asker!
Parça parça olur yüreğim...
Alınca genç yaşta, ne fark eder?
Parça parça olur yüreğim...
Bu dünya anlaşılmazken,
Seksen, doksan bile azken...
Genç yaşta gidenlere,
Parça parça olur yüreğim...




Kurşun Kalemle Yazmışsın Büyük Sevdanı Yüreğine !!

Sevdanı kurşun kalemle yazmışsın yüreğine,belli…büyük dediğin sevdan şimdi kalem

izleriyle dolu… silginin izleriyle dolu… sen sevdanda silgiye yer vermişsin… büyük sevdanı
kurşun kalemle yazmışsın yüreğine ! Kurşun kalemle…
Bu kadar basit miydi o silgiyikullanmak,silmek sevdanı,beni?
Basit miydi söylesene; bi adım uzaklaşınca unutmak…
Başka sevdalar yazmak yüreğine ? demek bu kadar büyüktü sevdan…
Biri varken başka birilerine kapıları açmak, büyük sevdanı silmek…
Ah sevgili Ah (!) Sen sevdanı yüreğine kurşun kalemle yazmışsın…
benim gönül kalemliğimde;
kurşun kaleme,silgiye,diğer kalemlere yer yok sevgili…
Sen gönlüme kazıldın,kazıdım seni… Yüreğimi kanata kanata,acıta acıta…!
Sense sadece kurşun kalemle yazmışsın o büyük sevdayı gönlüne…!
Büyük sevdanı gönlüne yazdığını söyleyerek gitmiştin sevgili; benden kilometrelerce uzağa !
Ararım demiştin, sorarım,sana mektuplar yazarım demiştin; yok,yok,yok sevgili… Ne
sesin,ne mektubun nede o büyük SEVDAN sevgili…hiçbirinden eser yok.. Anlaşılan sözlerini
de, sevdanı da, beni de bavulun içine koydun sevgili.. ve bavul yıllarca kapalı durdu.. Yok
sevgili yok, sen o büyük sevdayı Kurşun kalemle yazmışsın yüreğine.. Büyük sevdanı
yüreğine yazdığını söyleyerek Elveda,Hoşça kal demiştin… İnanmıştım ! Ne büyük sevdadan
eser var ne de verdiğin sözlerden ! hepsi silginin kurbanı olmuş…
Yüreğin bile !!! Bi defada
“sil baştan “ her şey…
ben olmayacaktım yüreğinde, ben olmayacaktım silginin bıraktığıizlerde…
Ah sevgili bu muydu Büyük Sevdan… Bu muydu yüreğine yazdığın Ben… ?
Kurşun kalemle yazılan bir sevda… ve hata bekleyen silgi…
Olamazdı be sevgili, bunlara
emanet edemezdin sevdanı…
… ve sessizlik,sensizlik kaplıyor evreni.. unutmuştun.. silinmişti her şey, format atılmıştı
yüreğine ! Ah sevgili (!) demekten alamıyorum kendimi..gitmiştin işte, büyük sevdanı kurşun
kalemle yazmıştın yüreğine ! Hatan gitmekti.. Hatan o kalemi kullanmaktı ! … ve silindi her
şey, büyük dediğin sevdan, anılar, fotoğraflar …ve ben ! Sevdanı kurşun kalemle yazmışsın
yüreğine belli.. Büyük dediğin sevdanın yerinde; kurşun kalemin izleri var.. Silgi izleri var…!
Anladım be sevgili ne kadar büyük sevdan olduğunu ! Kilometrelerce uzaklığa rağmen
unutmayışını, aradığını, seviyorum, özledim deyişini gördüm sevgili, gördüm…anladım
sevgili anladım ne kadar çok beni sev(me)diğini !! sana baktığımda sadece kurşun kalemin ve
silginin izlerini görüyorum; benden hariç, büyük sevdandan hariç ! Ah sevgili, gittiğin yerden
dönme bir daha,gelme… Anladım; kurşun kalemle yazmışsın yüreğine beni… Karakalem
alışması yapmışsın… Anladım tek taraflı yaşamışım; karşılıklı sandığım Sevdamı …!
Kurşun kalemle yazılmış sevda yüreğine,
Bende yıllar geçse de silinmeyecek derin izler senden kalan…
Sen vefasız,sen hayasız… Sen zavallı ! ;
Kurşun kalemle yazmışsın büyük sevdanı yüreğine…
Bi hatada “Sil Baştan Her şey “ !







Bakmayın, yazılarıma sinmiş hüzne...


Herşeye Rağmen Şanslı Biriyim Ben.!
Bakmayın, yazılarıma sinmiş hüzne.

Avuçlarımdan umuda uçan kelebek..


Hiç ağlamadığımdan değil; çok akıttım gözyaşımı içime.
Hiç kaybetmediğimden değil birini.Çok yandım ciğerimden.Baktığım her yere, sevdiklerimin yüzünü kazıdı hasret.


Yıldızlarla doluydu gökyüzüm; kapkara bir boşluk bıraktılar kayanlar. Bir daha asla dolduramadım.


Gidene soramadığımdan, kalanın ıstırabı daha çok sandım.
Hiç ihanete uğramadığımdan da değil; yarası her zaman taze, birkaç hançerle dolaştım durdum sırtımda; hem öfkelendim, hem anlamsız geldi kızmak.

Herkesten farklı değildi başımdan gelip geçenler.
Herkes kadar ağladım, herkes kadar yandım.
Acısız olmuyordu ki hayat!
Ağlamaktaydı bereket, yağmurda ıslanmadan yeşermiyordu ki toprak!


Bakmayın, yazılarıma sinmiş hüzne.
Mutlu bir çocuktum ben!
Kalabalık bir ailenin sevgisiyle büyümüştüm. Bir sürü arkadaş, bir sürü oyun..kuyruğuna tutunmuştum kırmızı bir uçurtmanın.
Hayat hep veriyordu, alacağı günleri hiç düşünmemiştim.

Sancılıydı ilk gençlik!
Şimdiki hüzünlerimle, o zamanları karşılaştırdığımda, çocukluk deyip geçiyorum.
Ah, nerdesiniz 17’lik dertlerim!

On yedimde başlamıştı hayatla kavgam.
Artık sadece, tartışıyoruz.

Acıya alıştığımı söyleyemem hala; hele, nasır tuttuğunu kalbimin.
Unutmayı becerdiğimi de söyleyemem; asla unutamadım, kusurluydu hafızam; almayı biliyordu da silmeyi, asla!
İyi ki hatırlıyorum!

Yaşamımdan çıkanlara kızmıyorum; öğrettikleri her şey için minnettarım. Bir zamanlar, doyasıya güldüğümüz içindi uğurlarken akıttığım göz yaşlarım..Paylaştıklarımız kadar değerliydiler.

Paylaşamayacaklarımızın adıydı hasret!

İhanete de alışamadım elbette; ama, edenlere de eyvallah! Kir tutsa da kin tutmaz yüreğimiz. Az şey sayılmaz, utanmayı bilmeyenden öğrendiğim; sırf bu nedenle bile affedebilirim.
Bakmayın, yazılarıma sinmiş hüzne....
Şanslı biriyim ben!
Mükemmel bir anne-baba; harika kardeşlerimle; hem büyük, hem mutludur ailem!

Eski-yeni fark etmez; hem köklü, hem sınanmıştır dostluklarım!
Kolay yere gelmez sırtım; ne yaparsa yapsın, kolay vazgeçmem hayattan!

Kokladığım gülleri, teker teker solduracak biliyorum. Asla hazır olamayacağım acıya; ama, çekmeyi de öğrendim artık. Bütün duyularım açık, elimde suyum, yüreğimde umut, güllerimin yanındayım.

Az şey midir, biteceğini bildiğin bir hayatı son nefese kadar paylaşmaya hazır olmak.
Ve baş kaldırmak ölüme, sonsuza kadar, sevip hatırlayarak..
Zaman bir değirmen; keder girer, hüzün çıkar kapıdan..
Ben de toy girip, olgun çıktım içinden..
Bakmayın dertlenip içlenmeme; yağmur yağar, toprak kokarım; güneş açar, çiçek kokarım!

Avuçlarımdan umuda uçan kelebek..

Sadece, Güneşli günlerde kalem oynatmaz yürek





Yorulmuşken kalbimin çıkmazlarındaki senli odolarla boğuşmaktan, hala sevdigimimi sanıyorsun !
Belki hala diye birşey yoktur sana göre sevmişsen seviyorsundur, artık sevmiyorum diye bir cümlen olmamıştır hiç,
Canımı yakarken her satırdan öte gölgeler oluşuyor yüzümde,Çizgilerim var benim sonsuz boşluga dalann yüzümün her bir yolu hüzün dalgarıyla sarılı,
Sevmemiştim seni sanma ,! Sevmiştim hemde çook...
İnan şu anda sevmiştim demek istemezdi gözlerim , Hep sevmeyi isterdi "
Denedim ,çok denedim senin yalan dolan sevgini örtüp temiz aşkımı sarıp sarmalamayı yüregine. Anla işte yapamadım... Saramadım iğrençliklerini azıcık sarılsam yüreğine karanlık çöküyordu sanki üzerime...
Seni sevmemin nedeni sendin
Nefretimin nedenide senden başkası olabilirmiydi ?
Çok büyük sevgilerin darbe almasıyla nefrete dönüşen hisler bir zindan hayatı sürer gibi kin kusar bütün yalanlara...

Afederdim belki
Affedilecek bir affın olsaydı!
Susarken her an sevgilere atmıştın beni çöllere,
Sen gittikten sonra herkese kötü gözlerle baktım herkesde bir acabam oldu... Belkilerim yükseldi göklere , kimseye inanamadım, güvenemedim...
Biliyormusun ben senden sonra hiç kimseyi çok sevemedim...Canıma katmak istemedim kimsenin canını!
Öyle bir öfkeyle sarmışsınki masumiyetimi ( Ne bir aşk barınıyor yüregimde Nede sarılmayı bekleyen bir yürek )
Hergün daha çok çıldırıyorum " Artık sen bile alçalmışken gözümde kimseler sevemez sanıyorum kimseyi,
Sahtelige bürünmüş bir hayat geçiyor gözümün önünden her haliyle sana benziyor işte o hayat...
Hala seni sevip sevmedigimimi soruyorsun!
Ben senden sonra kimseyi sevemedim,
Ben senden sonra seni nasıl seveyim ?







Acılarımın orta yerine kurduğun
Derme çatma düşlerine yazık olur
Git!

Çoktan beridir;
Dünlerimin ardı sıra gelen yarınlarımın,
Müptelası kara bulutların ısrarı.
O bulutlar ki bana sevdalı.
Bence git!

İncecik bir aşktan,
Olmadık mucizeler bekleme.
Düştüğün dehlizler
Kabusun olur,
Yazık olur.
Git!

Koptu kopacak avuntularıma,
Sallanan yarınlarımın altına,
Gazete kağıdı sıkıştırma çabaların öyle boş ki..
Alın yazım ağır gelir masalsı düşlerine,
Çocukluk etme,
Git!

Git;
Çünkü sen gelmeden çok önce
Tükendi bende her şey.
Son yarınımı da,
Önün sıra çıkan bir umutsuza verdim.
Köhne duraklarda,
Yanlış zamanlarda bir hiçim ben.
Umutlanma boşuna, tükenirsin..
Git!












“Düş Kaçkını”

İki Ayrı Diyarda İki Ayrı Dilden Söylenmiş Türkülerdik..Yanyana Gelsek Bozulurdu DüzenYıkılırdı Duvarlar...Şeffaf Olurdu Herşey Biz Tükenirdik Tüketmemek İçin Ansızın Doğan Sevdayı... Herkese Ket Vurup Sağlam Çıkacağız Derken Alırdık Tüm Kapanmaz Yaraları.. Sonra mı? Sonra Ne Sevda Kalırdı Gözlerimizde Ne Tutku Ne ŞiirlerAşk Hikayeleri...Bitirirlerdi Bizi Biz Başlarken..

Sen Bilmesende...Hatta Unuttuğumu Sansan da Alev Alev Bir Kor Hala Yüreğimde Yanan... Umursamaz Vurduymaz Olduğuma Bakma Anlamamazlıktan Gelmelerim Korkumdan.. Anlasana Korkuyorum... Bu Saatten Sonra Çözülmekten... Ele Vermekten Kendimi..Bir Akarsa Çağlayana Pınarlar Gibi Yüreğimde Kilitli Olan Sözler Sende Duramazsın Oralarda Koşar Gelirsin Belki Ve Ben Tutuyorum Hücrelerimde Yaşamak İstediklerimi. Çok Geç Artık Anlasana Baş Koymaya Bu Sevdaya..

Biter Demiştim..Göz Görmeyince Katlanır Gönül.. O da Unutur Elbet Belki Adımı Bile.. Gözlerimi Gülüşümü Unutur.. Gittiği Ülkeler Aşrı Memleketin Alışır Havasına Suyuna.. Olmadı Ne Sen Bir An Silindin Aklımdan Ne Gözlerin...Ne Sen Soğudun Benden Gittiğin Yerlerin Yerlerin Soğuğuyla Ne de Yüreğin.. Uzak Olmak İmkansız Olmak Dirilitir Derlerdi Ölen Bir Çiçeği Bile.. Söyle Sen Nerelerde Açıyorsunda Böyle Kokun Geliyor İşliyor Ciğerlerime... Neden Uzakları Yakın Ediyorsun Her Bana Sözlerinle Gelişinde...

Sus... Her Geçen Gün Anladığın Beynini Uğuldatanİçinden Konuşturan Bu İmkansızlıktan Vazgeç.. Her Gün Biraz Daha Uzaklaş Gelme.. Belki O Zaman Deli Zamanlarda İmkansız Zamankları Yaşayabilirdik..Ama Çektin Gittin Sen..Kaçtın..Şimdi Bedelini Ödüyorsun Yürek Sızınla.. Mutlu musun Diyorsun... Evet Mutluyum Diyorum..Huzurluyum.. Yüreğimi Paylaşan Biri Var Artık Yanımda Sana Kalacak Yanım Yok Artık.. Senin Gibi Bende Başka Hayatlara Açtım Yelkenim Ve Sen O Zaman Anladın Belki Değerimi Belki de Ancak Başkasının Oluınca Duyguların Feryat Etti..

Boşuna Ah Etme.. Efkarlanma Elalım.. Biz Bize de Kalsak Koymazlardı Bizi Bize..Kavuşmazdı Ellerimiz.. Zaten En Başından Bildiğinden Kaçmadınmı Uzak Diyarlara.. Biz Yine Kaldığımız Yerden Devam Edelim.. Hiçbirşey Olmamış Gibi.. Saklayalım Herşeyi Mazide.. İmkansızlıkların Koynundaydık.. Çıkmayalım İnimizden.. Bir Güzel Hatıra Olsun Adımız.. Sahip Olduğumuz Sevgilere Sarılıp Tesellli Bulalım Ve O Defteri Hiç Açmayalım.. Gidiyorsun Yolun Açık Olsun.. Bekleme Kal Diyemem...







Bu Yalnızlık İkimize Dört Duvar…
Tek bir hamle, gecenin kokusunu üzerime bırakıp kaçmaya yetti..
Oysa uyandığımda, virgülü olmayan anlamları kovalayacaktı düşlerim..
Son cümlem sana olsun,hoşçakal…

Burada değilim…
Aslından çok uzakta, fotoğrafın eskimiş kenar uçlarında ve kokusunu bilmediğim yatağının kırışmış, çarşafların birbirine karışmış yalnızlığındayım…
Bazen orada bazen burada, kim bilir hangi yolda?!
Üzerimde yüreğinin nadasa bırakılmış, tüm gereksiz elbiselerinden arınmış, soyun soysuzluğunla derilmiş aşk sözcükleri kazılı..
Taşıyorum..
İstanbul soyunurken yatak odalarının küfürlü duvarlarında, gözlerime yansıyan yalnızca kaybedilmiş bir şiir..
Birazdan ahşap düşlerin koynuna gireceğim, biliyorum sen uyuyor olacaksın ellerinden yavaşça süzülürken bana verdiklerin..
Kısa ama geçici bir ürperiş yaşayacak, tırnaklarımın ucundan koca bir geçmişin usulca düşüşünü görecek, ve artık düşenleri tutmayacağım …
Senden,
daima kapalı duran perdelerinin aralığından,
uykuya her vakit davetkâr yastığının baş ucundan,
fark ettirmeden sıyrılacağım…

Bu gece, düşük seyirde adımlar..
Bu gece, duman dolu odanın duvarları…
Uyuyamıyorum…

Gölgenden düşür gözlerimi, kalemimde saklı kalsın adımlarım.. Geceye bin küfür döksem, yine de sususzluğu eksilmez ruhumun…
Kendimi çok yalnız hissettim..İlk defa…
Taştı…
Masa altından dokunuyordu ellerin yabancı düşlerin kadınsı dürtülerine.. Koşuyordun durmaksızın.. Baktıkça kayboluyordu tüm o anlar, anlarımız.. Alkol hep mi kendinden geçirir terk edilmişliği…? Yükselen kahkahalar geceye bırakılmış davetin kapağını hep mi aralar..?
Ya sen, hep mi böyle dağınıksındır bir yaşamın sevişmeleri kurumamış ıslaklığından kaçarken?
Taştı…
Hiç bir şey hissetmedim.. Öylesine bağları kopmuştu ki saçlarımda bıraktığın düşlerinin, nafileydi bir sabaha uyanmak… Yeniden, yeniden…
Öyle ya unutacaktın!!!

Kimse farkında değildi.. Kısa bir aralık bulmuş ve bulduğum o aralıktan sana kaçmıştım.. Sen ile sana arasındaki uçurumun hiç kimse farkında değil hala, biliyorum… Belki de tarifsiz bir haz saklı cümlelerimde.. Gülümsüyorum ya noktalama işaretlerinin serseriliğinde, sanırım burada da fısıldadığım mesajları kimse anlamayacak..
Bir tek sen bilirsin, o yalnızlığı; hani ilkti, sana söylenmişti..
Bekledim, eğer uyumamışsan ve eğer yanımda olmayı seçeceksen gelecektin.. Biraz daha masanın küllerini temizleyebilecek sabrım vardı..Zaten yapacak başka bir seçeneğim de yoktu..Oysa:
Kalkıp gidebilirdim..
Karanlık sokaklara ayak uçlarımı sertçe sürtebilirdim…
Bir başka güne devreden isyanımı soğuk rüzgarın yüzüne tükürebilirdim..
Boşverebilirdim…
Ama ben tüm çığlıklarımın olası bir patlamayla raydan çıkabileceğini göze alıp sana uzanacağım anı, sigara ve alkol komasında tutunmaya çalışanların gözlerine utançla bakarak bekledim…

Geldin…
Sana ait söz dizimleriyle… :

" Görecesiz bir yalnızlık bu ikimize, dört duvar…"

Öyle ya, görecesiz bir yalnızlık bu…
Sadece "sana" ve "bana"Bizden başkası bilmiyor…






Zaman-sızıma,


Sana mektup yazmak nerden aklıma geldi bilmiyorum. sanırım hüzünlü insanlara özendim.
öyle afili bir şey bekleme benden. giriş gelişme sonuç olmayacak tıpkı sen ve ben gibi bir bütün olamayacak.
Gönül yazımı bilirsin düzensizdir, birazda okunaksız. Anlatacaklarım var. Sadece dinle....




Sessizliğini dinledim uzun bir süre. Düşündüm taşındım çözümünü bulamadım.
Özlemek neden bu kadar yorar insanı? “özlem” isminin eyleme dönüşme çabasından mı?
“Düş” ün, “düşünmek” kadar büyümek özentisinden mi beynimin içindeki tüm hayallerin çocukluktan vazgeçip başımın etini yemesi?
Ne zaman lafın bir ucu sana çıksa sonuna gelemeden heba oluyor gülümseyişlerim.



Yorgunum…



Şu saatlerde sıcak çekildi kapı eşiğine. Senin rüzgarların var sen kokan.
Zaman öldürüyorum geçmişi yoklayarak, leşlerim çoğalıyor. Dip balığı oluyorum.
Tüm bu çırpınışlarım tek bir nefeslik su yüzüne çıkıştan öteye götürmüyor beni.
Yüzün geliyor gözlerimin önüne beni dinlerken kalkan kaşlarına asılıyorum tut beni çıkar diye….
Gözlerinde boğuluyorum…




Sol yanıma yatsam seni uyusam, hep rüyada kalsam... içim dilime vuruyor, konuştuklarım incir çekirdeğine yetmiyor;
sakladıklarımdan ve senden bahis açmama inadımdan. Burnumu bir karış dikiyorum havaya, içim düşüyor.
Oysa söz vermiştim kendime, üzerime giydiğim güçlü kız kostümü çıkmayacak,
çıksa da senin haberin olmayacak diye. Varlığımla yokluğum ayırt edilemez olacaktı senin için,



herkes” olacaktım ve belki “hiç kimse”....


Beceremedim…





Kimse görmeden, tutup elinden kaldırdım içimdeki ufaklığı.
Çok acımış, kimseye belli etmedim,edemedim..
Teselli bile aramadım kızgınlıklarıma, hakkımdı bu kara isyan.
Sonra fark ettim ki ben bu zamana ait değilim ve biliyorum sende...
o yüzden hep “an”larda teğet geçtik birbirimizi




Ama içime dokundun bir kere . Parmak izlerin duruyor bakışlarımda. Nereye baksam senden bir iz bırakıyorum.
Bu aralar kendime hep suçüstüyüm. Islah olmaz bir özlemim ve korkak bir mantığım var.
Tek dinginliğim kelimelerin. koklayıp koklayıp saklıyorum hafızama. arşivimde acılarım var benim.
Rutubetli; güneşe serip kuruttuğum Tozunu alıp, halı altında biriktirdiğim hatalarım. seninse anlatmadığın masalların var.
"sus"ların kucağında çocuk masumu yüzün ve küfrengi günahların.....



Baksaydın korkmayıp gözlerime. Sana keşkelerimi sunacaktım terketmeden bahar kıpırtısı içimi.
Yalpalamayacaktım bugünlerde yarınlara inançsızlığımla ve biliyor musun “kal” deseydin
rüzgarlarla getirdiğin son hecemle kavrulacaktı bahar bitimi...
Çırılçıplak sevdalar dört mevsimdi. ayı günü yoktu.gidenler tekrar gelebilmek için gitmişti.
İhanet sayıldı. sükut altındı; yağmur gibi çisil çisil, acıkmış bir nefesin dudaklarında tadımlık. korkaklık sayıldı.
Dinleseydin aryaları, kulaklarına çalınan tını; sevgilinin sızlayan ahına eşti....
Yoldaştı sayıklamalara in-ce in-ce in-ce ...




Bil(e)medin...



Yaşananların üstünü örtecek kadar şeffaf bir kelimem yok.
Sen bilirsin ürkekliğimi, tarihten çalınmış eğreti kahramanlığımı...
Çekerim kılıcımı zamana ama kesip atamam biriktirdiklerimi.
Gözlerim yağar, toprak kokar ve filizlenir kabuk bağlayan yaralarım.
Dilek kipleri bağlarım.... .



Kaçışlarım sana meyilimdendir.
Sessizliğine sığınışım kabullenişimdir her şeyi. Sakın “neden” diye sorma.
Verdiğim her cevap mayındır pişmanlığıma.


Ve bu bir iç dökümdür çağıl çağıl. Bil ama bilme…..






Konuşsam Sözlerim ağlar sussam yüreğim kanar .. Ne yapmalıyım bilemedim ama öğrendim hasretin dipsiz bir kuyu olduğunu , Aşk denen uçurtmanın ipsiz olduğunu.

Uçup gittin tutamadım seni ..
Geçip gittin duramadım önünde ezip geçtin..

Seni durduramamanın tutamamanın sızısı var içimde kalakaldım öylece..
Yağmurlar yağdı sensizken gökyüzüme, sonra ben yedi renk bilirdim gökkuşağını içinde siyahı görmeden önce..


Gidişine anlamlar yükledim gitmesi gerekti , mecburdu , istemeyerek gitti .. sonra ağlanacak halime gülüp acıdım kendime..

Gitmek istediğin icin gittin .. Sen beni hayatında istemedigin icin gittin..
Kendimi kandırmaya çalışsamda senin kadar başarılı olamadım. Her seferinde gercekler tokat gibi çarptı suratıma ağladım...
Büyüdü içimdeki sızı , acıttı sızlattı sol yanımdaki boşluğu!!
..


Sonra ..


Vazgeçtim gidişine anlam yüklemeyken
Vazgeçtim kendimi kandırmaktan
Vazgeçtim yokluğunla savaşmaktan


Yüzleştim yokluğunun soğuk yüzüyle ve kabul ettim alışmaya çalışmak diye bir şey yok!!
Alışmak zorundayım. Yoksun ve birdaha hiç olmayacaksın kabullendim !
Ve vazgeçtim sana dair ne varsa


Konuşsam Sözlerim ağlar sussam yüreğim kanar Vazgeçişlerdeyim bu aralar..










Canımı sen aldın karsıma cıkınca..
Arıyorum simdi her köse basında..
Ellerim havada.. Dilim duada..
Yalvarırım Tanrıma onu gönder Bana!!

Elimi tuttugun yerdeyim..
Gözüme baktıgın yerde..
Uzakta olsan sevdigim ben sende Ölecegim!!



Varlıgın neden günesin batısına benziyor bebegim??
Seni her defasında bulmusken neden kaybettim??
Benim o dik basım bir tek senin askına egildi..
Toprak suya.. Safak umuda.. Benim sevdam sana saklı sende..
Simdi.. Iste simdi gitme sırası bende!!

Gidiyorum simdi uzaklara..
Sevdam saklı yarınlara..
Deliler gibi hep sevecegim.. Seni affetmeyecegim!!


Gözyasım karıstı yagmura..
Askın dilimde bir dua..
Bu yürek vazgecerse senden yasarmı bu beden??

Elimi tuttugun yerdeyim..
Gözüme baktıgın yerde..
Uzakta olsan sevdigim ben sende Ölecegim!!




İmkansız olan şeyler vardır bilirsin
Yaşlanmamak gibi, ölmemek gibi
Ve seni sevmemek cigan gözlüm
Mümkün değil ki
Çıkarıp atamam içimden
Neyleyim yer etmişin bir kere
Ne zaman elime bir kağıt alsam
Siner güzelliğin kelimelere
Yumsam gözlerimi seni seyrederim
Devamlı bir musiki kulaklarımda sesin
Mevsimler seninle başlar, seninle biter
Yıl oniki ay benimlesin
Ne zaman bir gemi görsem limanda
Alıp başımı seninle gitmek isterim
Umurumda değil bu oyunlar, bu düzenler
Anlasana; seni arıyor ellerim
İmkansız düşünmemek gecelerce seni
Ve sevmemek ömür boyunca, bir gün değil
*Başka çaremiz yok, beni unut* demiştin
Mümkün değil cigan gözlüm, mümkün değil.





Bir Feryat Bir Figân Sensiz İlkbahar
Bir feryat bir figan sensiz ilkbahar.
Kaderden bana inat
kanlı bir yeşil açar tabiat.
Kırlarda matem sessizliği
Denizlerde çöllere susamışlık
Ve göklerde gidişinin burukluğu
Bir hatırımda kalan gözlerin
Bir de çığlığı kulaklarımda halâ kelebeklerin.

Dilim dönmüyor sesi yok kelimelerin
Yokluğun verem gibi bağrımda
Vefasız bir şiir gidişin
Yıllarca onu söyledim her ağladığımda
Alnımda bu çizgiler, derin, okunaklı,
yavaşça çizildi, çilenin imzası.
Bir feryat bir figân sensiz ilkbahar
Ve denizlere korku verdi güneşin vedası

Hasret kum gibi avuçlarımda
Gözlerim isyankâr dudaklar sus pus
Dün yeşildi bugün siyah gördüğüm
Geceler mavi ince bir kâbus
Aşkına müebbet mahkûm köleyim.
Beklemekle geçti bu sahipsiz yıllar,
Bir feryat bir figân sensiz ilkbahar
Dön dön bari kollarında öleyim.










Uzak kentin kayıp yıldızından rivayet olunur...…
Üç noktaydı susuşum, bir virgül hatırına yazıyorum şimdi...
Üç nokta . . . Üç çığlık ? ? ? Üç ölüm ! ! ! Ve tek bir virgül ,


Kirpiklerinden aşk soluyan deli, yırttı acının kefenini, ölü kızın kalbine dokundu bu gece... Ve gözlerine ölüm kaçan kız, dokunulduğu her yanından kanadı...


Bir ölünün gözlerinden düş bulaştı geceye, gece aklını yitirdi... Bir delinin iç çekişiyle karardı yıldızlar... Hıçkırıkları arşı kapladı… Bir deli ağladı… Ölü kızın kirpikleri adedince ağladı... Parmak uçlarından dokundu aşka... Saçlarına notası kırık şarkılar kondurdu...

Gece; tortulu bir masalın hüznünü andırıyordu... Üçüncü kişiler hep susmuştu...

Bir masal duyuldu sessizliğin en sığ dilinde... Uzak kentin kayıp yıldızıydı anlatan... Yoktu ihtilaf... Yoktu yalan... Bir deli ve bir ölünün masalıydı duyulan... Avuntusuz masallara şarkılar kuran bir deli ve masallara hep sonundan başlayan bir ölü...

Çok geçmedi… Gülüşüne düşler inşa edilen soylu derviş, kent harabelerinin yoldaşlığında, gecenin en uzak saatinde, tuz kokulu bitişle susturdu masalı... Masal yitirdi kendini… Masal yitirdi gerçeğini… Bir deli ağladı… Kirpikleri tükenmişti, ölü kızın saçlarına denk düşüyordu, gözlerinde ki keder… Ve gece deli gömleğini giydi üstüne, masal üşümesin diye…

Ve ben... Üçüncü tekil şahıs... Kent masallarının yorgun yüzü... Uzak diyarların cana ziyan hüznü... Ben... Bir masal boyu susan... Suskusu us'unu yumruklayan... Bir deliyi geçmişe yazan, bir ölüyü koynunda uyutan, bir dervişe yaslanan... Ben yani... Mezar boşluklarında kirpiklerini uykuya yatıran... Kefeninin cebinde ölüm saklayan... Ben... Suskun şiirleriyle geceyi ayartan...

Suçluyum... Bir son bulaştırdım ellerime... Bir masalı yıkarcasına, bir deliyi ağlatırcasına sustum... “Geçmiş” dedim... Geçmedi... “Gelecek” dedim... Gelmedi... “Şimdi” dedim, dokundum masala... Kayıp yıldız kayıplığını kaybetti...

Faili meçhul bir masalın tek sanığıydım ben... Masal mahallinde harflerim vardı, suçum aşikardı... Kalem; kelamla her buluştuğunda, adın kanardı, canım yanardı... Suçluydum evet... Bir masalı altı harf yaşatır sandım... Yedinciyi hiç yazmadım... Ne zaman canın yansa, susumu bastım yarana, usumu kanatırcasına... Hiç dinmedin... Sustun hep… Ben de sustum... Sessizliğimi tamamladı susuşun... Bir masalın ardından suçlarını bölüşüyorduk suskunluğumuzun...

İçim acıdı... Masal kanadı... Ve omuz başında kanayan masal; yalandı! Yüreğimi burkan, kalemimi kıran, içimi senden çıkaran bir yalandı... Yine de... Adını bile yazamazken sen, adınla kanadım ben!



Şimdilerde şehirler arası yalnızlık seferleri düzenliyorum gözlerine... İsimleri silinmiş mezar taşlarında gülümsüyorum... Ve hala ölü çocukların gözlerinde masallar arıyorum... Suçluyum... Bir masaldan arta kalan yanımla, suçlarımın bedelini ödüyorum...



Affet beni kayıp yıldız... Affet... Günahsız ölümler düşlüyorum...
Fatıma Arslaner

Blog Arşivi